Ortadoğu’da İran’ın Milliyetçi ve Mezhepsel Yayılmacılığının Lübnan, Suriye, Yemen

 


            Çok köklü bir geçmişe sahip olan İran hem Hazar’a hem de Hint Okyanusuna kıyısı olan tek devlettir. Coğrafi konumundan dolayı Doğu-Batı dünyasının geçiş noktasında yer almaktadır. Resmî adı İran İslam Cumhuriyetidir. Güneybatı Asya’da yer alan bir ülkedir. İran, Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Pakistan ve Türkmenistan ile kara sınırına sahip olan bir devlettir. İran’ın başkenti Tahran’dır. Farsça bütün İran vatandaşlarının resmî ve devlet dili olarak belirlenmiştir.[1] İran’ın resmî dini İslam, resmî mezhebi İsnâaşeriyye Şiiliği’dir. Şii Müslümanların çoğunlukta olduğu İran’da ikinci büyük ve yaygın mezhep Sünnilerdir. İslam devleti olan ülke de cumhurbaşkanın yanında, dini bir lider de bulunmaktadır.


            İran, oluşum sürecinden itibaren farklı devletlerin ve onlara ait kültürlerin etkisi altında yaşamış bir devlettir. Etnik çeşitlilik açısından farklı kültürleri barındıran bir ülkedir. Baktığımız zaman da 1956’da yapılan etnik sayımlara göre İran’da Fars, Azerbaycan Türkü, Kenger Türkü, Kürt, Türkmen, Arap, Beluç, Ermeni, Lor, Bahaî, Zerdüşt, Assuri ve Yahudi toplulukları yaşamaktadır[2]. Toplam nüfusun %50’sini Farslar oluştururken %30 oranında Türk bulunmaktadır. Kürt nüfusu ise %10 civarındadır.[3] Azeri Türklerin çoğunluğu Şii olmasına karşın Kürtlerin çoğunluğu Sünni’dir. Bu yüzden de birçok topluluğa ev sahipliği yapan İran kendine özgü bir bütünlük oluşturamamıştır. Bundan dolayı da İran’da Zerdüşt dininden, Şii eksenli İslam’a kadar ki dini inançları İran’ın oluşum sürecinden şuanki konumuna kadar ki geçen zamanda önemli bir yere sahip olmuştur. Farklı dönemlerde İranilik (Farisilik) adına gerçekleştirilen uygulamalarda ve 1979 İran İslam Devrimi sonrası dönemde oluşturulan ideolojik yapılarda Şiilik kendini belirleyen unsur olmuştur.


            Bu yazının ilk aşamasında İran’daki Şiilik mezhebinin hangi dönemlerde kendini gösterdiğini ve Şii oluşum sürecinin oluşum süreci hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra İran’daki milliyetçilik unsurunun ortaya çıkışını ve İran düşüncesi ve milliyetçiliğin oluşum sürecinden bahsedilecektir. İkinci aşamada ise İran’ın yayılmacı politikası-Şii politikacılığı hakkın da bilgi verilecektir. Üçüncü aşamada ise Ortadoğu’da İran’ın mezhepsel ve milliyetçi yayılmacılığının Libya, Suriye, Yemen üzerinden ayrıntılı bir şekilde bilgilendirme yapılacak ve onu destekler nitelikte örneklerle anlatılacak. Son aşamada ise İran yayılmacılığının çıkardığı sorunlar hakkında bilgilendirme yapılacak ve sonuç olarak özetleme kısmı oluşturulacaktır.


 

 1.1 İRAN’DA DİN VE MEZHEP

 

            Ortadoğu da bir ülke olan İran’ı ele aldığımızda tarih boyunca çok kültürlü, çok mezhepli ve etnik çeşitlilik bakımından zengin bir yapıya sahip olmuş bir devlettir. Bundan dolayı da pek çok büyük devlet ve medeniyetleri kendi içerisinde bulundurmuştur. Tarihi göç yolları üzerinde kurulu olması da farklı kimseleri barındırmasının sebeplerinden birisidir. İslamiyet İran’da 640 yılındaki yaşanan Arap fethinden bu zamana kadar ki dönemde İran’ın parçası haline gelmiştir. Arap fetihleri dünya tarihinde önemli bir dönem olup, İslamiyet onları ortadan kaldırmasa da

Orta Doğu’nun hâkim dini olarak Yahudiliğin, Hıristiyanlığın, Zerdüştlüğün ve putperestliğin yerine geçmiştir.[4] İran’da, İslam dini üyelerinin fazla olmasıyla dinler ve mezhepler arasında ki etkileşimde önemli fırsatlar sunmasıyla beraber, tarihin bazı dönemlerinde çekişmelere neden olmuştur.  İran’da başlatılan Şuubiyye hareketi ile Pehlevi Rejimi döneminde devamlılık sağlayan Fars ve Şii olmayan nüfusa sürdürülen asimilasyon mücadelesi Pehlevi Rejimin ve İran’ın temel politikası olmuştur. Yapılan bu mezhepsel mücadele milliyetçiliğe neden olmuştur. Çünkü İran’ın geçmişi tamamen Şiiliğe dayanmamaktadır. Baktığımız zaman da İran ilk başta Sünni iken daha sonra Şii olarak kendini göstermeye başlamıştır. Safevî devletinin teşekkülüyle bölgenin Siyasî, dinî ve kültürel yapısı büyük oranda değişmiş, hâkim Sünnî kültürün yanında güçlü bir Şiilik nesnesi her alanda varlığını hissettirmeye başlamıştır. Takip eden asırlar ve süreçler sonunda İran Ortadoğu siyasetinin en güçlü ve vazgeçilmez unsurlarından birisi haline gelmiştir.[5] Yeni yeni kendini göstermesinin sebebi de Sünnilik kadar yaygın bir mezhep olmamasıdır.  İran halkının birçoğu Safevilere kadar ki dönemde Şâfi ve Hanefî Sünni Müslümanlardan oluşmaktaydı. Çünkü o dönemden önce Şii mezhebi azınlık konumundaydı daha sonra ise Şii mezhebi Safevilerle birlikte İran’da resmî mezhep haline gelmiştir.


            Yukarı da bahsettiğim gibi Sâfevilerden önce yaygınlık kazanmayan Şiilik 16. ve 18. yüzyıllarda Sâfevilerin Şiileştirmesi ile İran Şiiliğin merkezi haline gelmiştir. Ayrıca Şiilikte hakimiyet sağlayan Zeydilik ve İsmaillilik mezhepleri üzerinde İsnâaşeriyye mezhebi hakimiyet sağlamıştır. İran’ın 1501’de bağımsız olmasında, İslam tarihin de önemli bir yere sahip olan İsnâaşeriyye mezhebinin resmî dini olarak kabul edilmesin de Sâfevilerin mücadeleleri etkili olmuştur. Bunların etkisiyle artık son doksan yılda İran’da tek din, dil ve kültür sloganları ile asimilasyon mücadelesi devletin ana politikası haline gelmiştir. İran şöyle bir politika izlemiştir resmiyette İslam dininin mezheplerini tanımış fakat başka din ve mezhepleri anayasa çerçevesinde yani resmî olarak tanımamış hatta serbestçe ibadetlerini yapmalarına izin verilmemiş çoğu zamanda haksız tutuklanmalar, idamlar yapılmıştır. Hâlâ da bu tutumlara devam edilmektedir.

 


 Müslümanların İran’ı Fethi

 

             İran tarihi çok eskiye dayanan ve o bölgenin en eski devletlerindendir.  Araştırdığımız da İran hakkında ki bilgilere millattan önce IX. yüzyıla ait Asur kaynaklarında rastlarız. İran (Farslar) tarihçileri köken olarak Perslere dayandırmaktadır. Bunun temel nedeni, aile ve mezhep bağlılığı gibi birincil toplumsal bağların çok güçlü olması ile evrensel bir dini cemaat duygusunun varlığıdır. Arapçada “asabiyya” adı verilen ve bireylerin kan bağı ile bağlandıkları aile, klan ve kabile gibi birimlerden oluşmakta ve önemli bir dayanışma odağı yaratmaktadır.[6]   Pers ve Fars isimlerinin kimlik kazanmasını İran tarih yazıcılığının ürünü olduğu ileri sürülmektedir. İran da tam bir netlik yoktur çelişkiler içermektedir. Bunu destekler nitelikte Perslere baktığımız zaman İran halkının yerlisi değildir. İran’ın Kafkaslar üzerinden geldiği tahmin edilmektedir. Persler, İran’ın kuzeybatı bölgesinde yaşayan Medler’in hakimiyeti altında yaşamışlar bu süre içinde ise İskitler yenilgiye uğratılmış daha sonra Babiller ile Asur İmparatorluğu’na son vermişlerdir.  Hakimiyet altında yaşayan Persler Ahamenîler dönemin de Medler’e isyan ederek ve diğer imparatorlukların desteğini alarak güçlü Pers İmparatorluğu kurulmuştur. Ahameniş hükümdarının İran açısından önemine değindiğimizde Darius yaptığı fetihler ile İran’da büyük etki uyandırmıştır. Aynı zaman da devlet yapısın da değişiklikler yaparak eyalet sistemini getirmiştir, Pers topraklarını genişletmiştir. Ancak üst üste yenilgi almalarıyla birlikte Yunanlılar ’la yapılan Maraton savaşı sonucunda sona ermiştir. Bunun sonucunda zafer kazanan Makedonlar İran coğrafyasına yedi yıl boyunca hâkim olmuşlardır. Daha sonra Fars eyaletinde beş asır sonra İran tarihinde en uzun süreli uygarlığa sahip olan bir imparatorluk kuruldu. Sasani Devleti kurulmuştur. Ahmenî imparatorluğunun sınırlarına ulaşmışlardır ancak Suriye, Mısır ve Anadolu haricindeki yerlerde sonrasında ise Roma ordusunu yenerek bölgenin en güçlüsü konumuna ulaşmıştır. İslâmiyet kabul edilene kadar ki süreçte farklı kültürlere, dinlere, dillere toprakların da yer vermiştir. Sasani imparatorluğunda farklılık göstermiştir ve tek bir dini “gerçek din” olarak kabul etmekteydiler; o da Mazdaizm bir kolu olan Zerdüştlük (Yun. Zoroasterianism) idi.[7] Bu topraklarda etkili olmasının altında yatan sebep güçlü bir askerî güce sahip olmasıdır. Bu gücün etkisiyle Arabistan’ın güneyine kadar inmiştir. Bizansla ve Türklerle mücadele içerisindeydi. Bu dönemin başka bir özelliği ise Hz. Muhammed’in dini bildirmekle görevlendirdiği elçiyi Sasani İmparatoru II. Hüsrev’e göndererek İslâmiyet’e davet etmiştir. İslâmiyet’te o dönemde yeni ortaya çıkan bir dindir. II. Hüsrev daveti kabul etmedi ancak İslâmiyet o dönem de yeni bir din olmasına rağmen çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. III.Yezdicerd’in 651 senesinde öldürülmesinden sonra Sasani İmparatorluğu yıkılmıştır.

 


 Müslümanlığı Kabul Edilişten Safavîlere Kadar

 

             Müslümanlığın kabul edildiği döneme baktığımız da İran coğrafyasında hızla yayılan Müslümanlığın Nihavend Savaşı’ndan sonra meydana geldiği görülmektedir. Bu dönemde önemli merkezlerin ele geçirilmesi Hz. Osman’ın gönderdiği ordular sayesinde olmuştur. Çok fazla emek vermeden Araplar İran’a kısa sürede sahip oldular.  Artık İran coğrafyasın da iki yüz yıl sürecek Arap hâkimiyeti de başlamıştır. İslâmiyet’i kabul eden İranlıların vergiden muaf olması hatta haraç ve vergilerden kurtulmak isteyen zanaatkâr ve tüccarların bunların yanı sıra köylü ve şehirlilerin büyük bir kısmı Müslüman olmayı tercih ettiler. Fethedilen yerlere Arap muhacirler yerleştirildi ama Araplarla İran yerli halkın kaynaşması olmadı çünkü Araplar şeytanın müridleri olarak görülüyordu.  Emeviler dönemini ele aldığımız da siyasî ve ekonomik olaylardan dolayı ayrılık merkezlerinden biri olmuştur. İslam topluluğunun tümüyle Arap olan yapısı değişmeye ve başka ırkları da içermeye başladı.[8]  Bunun nedeni ise Emevilerin benimsediği aşırı milliyetçi yaklaşımdır. Ayrılıkçı yaklaşımın yaşanmasına neden olan durum İran’a göç ettirilen Arap muhacirlerin yerli halktan üstün tutulması ve verimli toprakların Araplara verilmesi halk arasında sorunlara neden olmuştur. İran halkının da Hz. Ali ve Muaviye arasında yaşanan mücadele de Hz. Ali’nin yanında yer alması da sorunların büyümesine neden olmuştur. Öyle ki önce Hz. Aişe ve Hz. Ali taraftarları arasında baş gösteren siyasal rekabet ve bunun neticesinde yaşanan Cemel savaşı (Ms 656) sonra da Hz. Ali ile Muaviye arasındaki muhalefetten kaynaklanan Sıffın savaşı Müslümanlar arasında çekişmelerin ve uzun süre devam eden tartışmaların oluşmasına kapı araladı.[9] Bu dönemden sonra artık İran’da Şiiliğin kolları İran toprakların da yer almaya başlamıştır. İran halkı arasın da Şii mezhebi isyanı tetikledi ve eylemlere ön ayak oldu. İran kendi içerisinde karışık bir hal almaya başladı. Hatta Şiilik İran’ın tamamın da yer almamasına rağmen Emevilere karşı güç mücadelesinde önemli bir yere sahip oldu. Ne kadar İslamiyeti kabul etseler de birçok ayaklanmanın olayın içinde yer almaya devam ettiler. Abbasiler dönemine baktığımız da ise İranlıların başlattığı isyan en üst seviyeye ulaşmıştır. Abbasileri sarsan İran tarihinin en büyük isyanı olan Bâbek İsyanı ağır sonuçlara neden olmuştur. Abbasi imparatorluğu içindeki disiplini bir hayli sarsan ve ciddi bir tehlike yaratmış olan Bâbek geçmiş ve bu mezhebin yaygın olduğu bölgelerde merkeze karşı ,ayaklanmıştı.[10] İran’da kurulan bir başka devlet ise Samanoğullarıdır.  Bu devlette ki en ayırt edici özellik Şii mezhebini benimsememeleri ve etnik unsurları kabul etmemeleridir. Samanoğulları Müslüman’dı. Arap İslami ideallerine sahiplerdi ve İran kültürüne ilgisiz kalıyorlardı.[11]Gazneliler tarafından yıkılmışlardır. Bu yıkılıştan itibaren 16.yüzyıla kadar İranda bu şekilde kendine özgü bir devletten bahsedemeyiz. Zaten İran’da 1501 yılına kadar Gazneliler, Karamanlılar ve Selçuklular hâkimiyeti altında varlığını sürdürmüştür.

 


 Safevilerden 1979 Devrimine Kadar  

 

            İran’ın gelişim tarihini ele aldığımız da 200 yıl süren Arap hâkimiyeti ve 500 yıl süren Türk devletlerinin hâkimiyeti bulunmaktadır. Daha sonra 1501 tarihin de önemli bir döneme girilmiştir. Sâfevi Devleti’nin kurucusu olan Şah İsmail küçük devletleri birleştirerek İran’ı siyasî kimliğe büründürmüş ve kısa zaman içerisinde İran’ın tamamını ele geçirmiştir. Safevî hareketi olarak anılan kavramın Şiilerin milli hareketi olarak bilinmektedir. Çünkü Safevîlerle birlikte Şii mezhebi yayılmaya başladı Safevîlerden önce ise İran halkında Sünnilik yaygındı. İran’da ki Şiileştirme politikasında İslâmiyet’i ilk tanıdığı andan itibaren Sünni İslam anlayışını savunan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir. Safevîler de Türk hanedanı oldukları için Osmanlı’nın Sünnî anlayışına karşı sürekli Şii mezhebini yaygınlaştırmaya başladılar. Hatta Şii âlimleri İran’a getirerek bu hareketi daha çok desteklediler. Araplardan getirilen Şii din adamlarının devletinde desteğiyle bir iki nesil sonra Şiileşmiştir. Şii mezhebi Türk Sünniliğine karşı alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Safavi Devleti, Araplardan bağımsız olarak kurulan ilk devlet olmuştur. [12]Osmanlı Halifesini tanımayan Safevî Devleti kendine ait inanç ortaya çıkardığı görülmektedir. Sünnî anlayışa karşı Şiiliği benimsemelerinin en önemli sebebi Sünnî güçlü olma isteği vardır. İran’da 200 yıldan fazla hakimiyet sağlayan Safevîlerin en büyük mirası Şiilik’tir. Bununla kalmayıp din adamlarına imtiyazlar tanınmıştır.  İran’da resmî din ve mezhep olarak kabul edilmesini ve temellerini İslama karşı Safevîlere dayandırabiliriz.

 

 

2.1 İRAN MİİLİYETÇİLİĞİ

 

              Milliyetçiliğe dayalı birçok teori vardır. Ama bunlardan birbirine en zıt önemli ve soruna yol açan iki tane teori vardır. Bunlar;

  1. İlkelci Milliyetçilik (çok taraflı olan): Ulus devleti organik bir yapı olarak görüyorlar. Ulus devletin var olduğunu öne sürmektedirler.
  2. Modernist Milliyetçilik: Bu yaklaşımı benimseyen çalışmaların ortak paydasını milletler ve milliyetçiliğin modern çağa (son birkaç yüzyıla) ait yapılar olduğu görüşü olmuştur.[13]

            Peki bahsettiklerimizden yola çıkarak bunları İran’da nasıl görmekteyiz. Genellikle İran’da milliyetçilik konusu son on seneye kadar tartışılan hatta İran’ın ilke bir yapı olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur.  Diğer milliyetçiliklerle karşılaştırdığımızda ise İran’da Fars Milliyetçiliği yaygındır ama bununla birlikte farklı milliyetçiliklerde yer almaktadır. Modern Fars milliyetçilerinin esas amacı diğer etnik grupların Farslaşmasına yöneliktir. [14]Ulus kimliğinin oluşturulması ve güçlendirilmesinin ötesinde Tahran’ın dış politikada ki ufkunu belirleyen unsur haline gelmiştir. İran’da Fars Milliyetçiliğinin yayılma hızı daha çok artmıştır. Bunlardan yola çıkarak ayrıntılı bir şekilde İran Milliyetçiliğinin oluşum sürecini incelemeye başlayalım.

 


 İran Fikri Nereden Geliyor? İran Milliyetçiliği

 

             Aslında burada önemli olan İran fikri yeni bir varlık mı yoksa eskiye mi dayanmaktadır. Eski İran’a dayalı argümanlar bulunmaktadır ve genellikle de milliyetçiler ulus devletin eski varlık olduğunu kabul ederler. İran merkezli düşüncede çok yaygın ve modernizme son on yılda yer bırakılmayan alandır. İran coğrafyası Fransa, Almanya, İngiltere kaynaklarında İran ismiyle anılmıyordu. 1930’larda resmî İran devleti kararıyla İran kelimesine dönüşüyor. Bu kelimenin nerden gelişi İran Milliyetçiliği için önemlidir. Düşündüğümüzde Iran ırkı var mıdır? bu sorunun cevabı olarak da Asya’da yer alan bir ülkenin toprak büyüklüğü fazla olan bir yerde ırk birliği yoktur. Çünkü hem doğudan hem kuzeyden hem güneyden çok fazla göç olmuştur ve uzak bir ada olmadığı içinde ırk birliğinin varlığını düşünmek pek de mantıklı değildir. Ama bu şekilde İran da ırk birliğinin olduğunu savunanlar var onlarda genelde milliyetçilik akımına girmektedir. İran fikrinden İran milliyetçiliğinden bahsediyoruz İran isminin kökeninin önemli yer tutması kadar İran dilleri var mı? sorusu da milliyetçiliği açıklarken bizim için önemlidir. İran dilleri aslında Hint-Avrupa dil ailesinde Hint-İran dilleri kolunda bağlıdır. İran dilleri genellikle Farsça, Eski Farsça, Pehlevice, Kürtçe, Ermenice bu tarz dillere İran dilleri diyorlar. İran milliyetçiliğinin en önemli argümanlarından birisidir. Bakıldığı zaman Suudi Arabistan kelimesi çok tarihi bir kelime değildir ama İran kelimesi bizim en az Sasaniler dönemi İslam’dan önceki İran’ı idare eden yapıdan bahsediyoruz. Sasaniler dönemine kadar devam eden teorik olarak bakıldığında üzerinde çok çalışılmış o zamanlarda 1400’lerden önce de gelişmiş bir terminolojidir. İran ve İran meselesi bir bütün olarak düşünülüyor ve İran dışında olan her şey İran karşıtı olarak görülüyor. Buradan da Ötekileştirme konsepti ortaya çıkıyor. Bir İranlı olan var bir de İranlı olmayan var İslamiyet’te de belli oluyor bir Araplar var bir de Arap olmayanlar var onlar çok tartışılmıyor fakat İran’ın köklü bir geçmişi olduğundan dolayı daha fazla incelenen konular arasında yer almaktadır. Milliyetçilik hatıralardan oluşan yapıdır. Biz bir halkız bir ulusuz diyerek öğrenilmiştir. İran Milliyetçiliğinin oluşmasına önemli katkı sağlayan Şahname’den bahsedecek olursak Firdevsi’nin kaleme aldığı eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destanıdır. Bin sene öncesine kadar çok ilginç ve Farsçayla yazılmış olan eser de Arapça, Türkçe veya herhangi bir dilden neredeyse hiç kelime kullanılmamış olup epik bir divandır. Şehnâme, tarihte yaşandığı kabul edilen İran-Turan savaşlarına ve ilişkilerine ışık tutması bakımından da önemli bir kaynaktır.[15]  Şehname ’de kastedilen yer Türk coğrafyası adı Turan olarak bahsedilir halkı da Turan ve Türkler olarak anılır. Destanın milliyetçilik açısından önemli oluşunun sebebi ise İran, Çin, Hindistan, Ceyhun, Hoten, Maçin gibi adlarının geçtiği, gerçekçi çizgi içerisinde ki destan, sürekli olarak İran milletini her anlamda takdir ederek; Türkleri de aşağılayıp küçümseyerek destanına devam eder. Firdevs İranlıdır. İran’a ait unsurları dünyadaki her şeyden üstün tutmak gibi millî ruhun kuvvetle ifade edilişi bakımlarından tarihi vakalar ile masallar arasındaki sahnede rol alan kahramanlık karakterleriyle tam bir mitolojik manzum eser niteliği taşıdığı söylenebilir.[16] Bu yüzden de kendi milletinin tarihini yazarken faydalandığı kaynakları da yine kendi kaynaklarıdır. Destan şöyle özetlenebilir: İran ve Turan; geniş topraklara sahip zengin iki komşu ülkedir. Hanedanlar tarihi olan bu eser Türklerle olan münasebetleri dile getirilir.  Bahsedilen bu münasebet ilişkisi de savaş olarak adlandırılır. İran Milliyetçiliğine referans olan bu destan tarih boyunca İran’ı yücelten bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan anlaşılacağı üzere tarih toplumların şu an ki durumuna ışık tutar. İran milliyetçiliği aniden ortaya çıkan bir yapı olmamıştır. Tarih boyunca belli aşamalardan geçerek geçmişine tutunarak kendi yapısını milletini ortaya koymuştur. Geçmiş geleceğe yön verir. O yüzden tarihini bilmeyenlerin coğrafyasını başkaları çizer. Firdevs’inin İran değerlerini çok fazla benimseyerek İran milliyetçiliğine bağlılığını ortaya koymaktadır.  Firdevs’inin milliyetçi duygularının ağır basması doğduğu coğrafyadan kaynaklıdır. İran’ı incelediğimiz de Arapların hâkimiyeti ile kültürel, siyasî vb. birçok unsur üzerin de İran’da etkili olmuştur.  İran’da Arap hâkimiyetinin son bulmasına müteakip Türk egemenliği başlamıştır. Bundan dolayı da İran kendi benliğinden uzaklaşmış ve sadece konuşma dillerini kullanır hale gelmişlerdir. “İran’ın milli şairi” Tûs şehrine bağlı Tâberân’ın Bâj (Bâz) köyünde doğdu.[17] Onun milliyetçi oluşuna da ailesi büyük oranda etki etmiştir. Dihkanlar kendileri bulundukları yerin sahibi, İran değerlerinin koruyucusu olarak görmektedirler. Bu yüzden de nesillerini buna göre yetiştirmektedirler. Firdevs’inin düşüncesi bahsedilen destanların kendilerine yol gösterici olacağını ve her türlü alanda katkı sağlayacağını düşünmekteydi. Bu düşüncelerden esinlenerek Şehnameyi yazmıştır. Çünkü İran kültürünün, dilinin, sanatının, edebiyatının gelişmesinde önünü açarak yol gösterici unsur olmak istemiştir. İran milliyetçiliği 19.yüzyıla kadar özünü korumaya ve diğer egemenliklere karşı kendi varlığının üstünlüğünü kabul ettirmeyi hedef noktası olarak belirlemiştir.  Milliyetçiliğin ortaya çıkış sebebi diğer güçlerin emperyalist düşüncelerinden dolayı İran’a ait kimlik ön plana çıkmıştır. Milliyetçilik Kaçar Hanedanı Dönemin de başlayıp, devlet düşüncesine girmiştir. Pehlevi Hanedanlığı döneminde ise İran kimliğinin öne çıktığı batıya benzeme isteği ve özgür olma yolunda adımlar atılmıştır. Modern İran milliyetçiliğine baktığımızda ulus kimliğini içeride, dış politika da ise oryantalistlerin çalışmalarıyla gelişme göstermektedir. İran’da İslâmiyet öncesi döneme baktığımız da Oryantalistlerin inceliyor olmasıyla, seçkinlerin ana kaynağı olmuştur. Birçok bilim dalında etkisini göstermiştir. 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan çağdaş İran aydınları, modern güçlü ve gelişmiş bir İran’ın kurulabilmesi için üç temel anlayışın yerleştirilmesini zorunlu olarak görüyorlardı. Bunlar şöyle sıralanmıştır: Anayasa, laiklik ve milliyetçiliktir. Çoğu İran aydını anayasalı, meclisli ve Batılı anlamda örgütlenmiş devletten yanaydı.


            İran’lı ıslahatçı devlet adamı Mirza Takî Han İran’da sadâret makamına ulaştıktan sonra siyasî, ekonomik ve sosyal alanlarda birçok problemle karşılaştı bunları çözüme kavuşturmak ve ülkeyi daha iyi bir seviyeye ulaştırmak için bir dizi ıslah hareketi başlattı.[18] Mirza Han ile başlayan ıslahat çabaları onun beraberinde Emir-i Kebir, Mirza Muhsin Han-ı Mu’inul-mülk[19]  gibi devlet adamlarıyla da devam etmiştir. Yayınladıkları dergi, gazete ve kitaplarla İran’ın düşünce yapısını oluşturdular. İran’da kitle hareketleri 19.yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. Örgütlü bir muhalefet hareketinden daha çok halk ayaklanması şeklinde olmuştur. Bu ayaklanmaların nedeni de devleti yönetenlerin israf ve yabancı harcamaları, yabancılara verilen imtiyazlar ve vergilerin ağırlığından şikâyet edenlerin tepkilerinden dolayı çıkmıştır. Bu 19.yüzyıl içinde meydana gelen aşiret ayaklanmaları dışında İran’da uzun süreli siyasal, sosyal ve dini etkileri olan ayaklanmalar Babilerce (Bahailer) çıkarılmıştır. Babilik Şii İslam içindeki bir inanç tartışmasından çıkmıştır ve din olma iddiasında bulunmuştur. Bundan dolayı da Şii fanatizmin gazabına uğramıştır. 1892’de patlak veren Tütün İsyan din adamları tarafından yapılan ilk ciddi halk hareketidir. İngilizlere verdiği tütün imtiyazı ülkede ciddi bir rahatsızlık meydana getirdi. Ulemânın başını çektiği muhalefetin tepkisi sonucu şah geri adım atarak imtiyazı kaldırmak zorunda kaldı.[20] Aslında bu isyan milliyetçilik hareketinin ilk somut örneği olarak anılsa da işin özündeki amaç çıkarları zedelenen halk grupları ve din adamlarının ittifakından başka bir şey değildir. Ama yaşanan bu olaya 19.yüzyılın son çeyreği ve 20.yüzyılın başında Melkum Han İranlı aydınlarının en önemli isimlerinden birisidir. Din adamlarının önderlik ettiği hareketlere geleneksel milliyetçilik adı verilmektedir. Geleneksel milliyetçilik ise vatanseverliği ve yabancı güçlere karşı birlik olmayı, Şii İslam’ın siyasallaşmış görüntüsünü ortaya çıkarmaktır. Buradan da anlaşılacağı üzere mezhepsel ve milliyetçi yaklaşımın İran’ da iç içe hareket ederek mezhepsel dini yaklaşımın aslında milliyetçiliğin iç yüzünü oluşturmaktadır. 20.yüzyıl boyunca İran’ın modern milliyetçiliğin izlerini taşıyan ve İran’ın Batılılaşmasına öncülük eden alt yapının oluşmasına katkı sağlayan reformcu İran Milliyetçiliğinin yanında din adamlarının önderliğinde Geleneksel Milliyetçilik hep var olmuştur.

 


  İran Milliyetçiliği Neden Ortaya Çıkıyor?

 

            İran milliyetçiliğine baktığımız zaman İran halkı ve İran kimliğine sahip olan kişiler arasında olan milliyetçilik anlamına gelmektedir. Barındırdığı anlam ise İran kültürünü, İran dillerini benimseme ve büyük bir bağlılıkla sahip çıkma anlamına gelmektedir. Bu sevgi ve bağlılık siyasî ve toplumsal olaylara da neden olmaktadır. İran milliyetçiliğinin kökenine baktığımız da İran, kolonyal bir devletti bu yüzden de İran halkı sömürgeci Batı ile karşı karşıya kalmıştı. Bunun sonucun da İran’ın anti-kolonyal olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur ve Batı olarak anılan Avrupa’da kimlik algısı ortaya çıkmıştır.  Milliyetçiliğin ortaya çıkma sebebi anti-kolonyal sistemin kendini Batı’ya karşı koruma, halkını bilinçlendirmesi ile bu fikir akımı ortaya çıkmıştır. İran milliyetçiliğine baktığımız zaman seküler bir yapıya sahiptir. Milliyetçiliğe baktığımızda da yaygın din olan İslam öncesi dinlere de vurgu yapmaktadır. Buna örnek olarak Zerdüştlük dinî İslam’dan önceki din olduğu için İran’da tartışma konusu olmuştur. 1940’lar da Irkçı Milliyetçiliği görünmeye başlamıştır. Bu Irk Milliyetçiliği Ayen’da dergisinde ortaya çıkmıştır ve İran’ın Irk bütünlüğünü savunmaya başlamıştır. Gerçekleşen bu yapının ana unsurunu Fars etnik merkezliği oluşturmaktadır. Pehlevi Hanedanlığı döneminde 1925-1979 tarihleri arasında İran milliyetçiliğinin vatanseverliği desteklenmesi ile yeniden harekete geçmiştir. Komşularını pek fazla sevmeyen İran Avrupa’ya yönelmiştir anti -kolonyalizme ve Batı’ya sempati duymaya başlamıştır. 1979 yılın da Humeyni’nin başa geçmesi ve hepimiz Müslümanız algısı ile İran İslam Devrimi sonrasında Şah’ın on sene boyunca çıkması yasaklanmıştır. Bununla birlikte o dönemde radikal kararlar ortaya çıktı bu karar ve olayların ortaya çıkması ile milliyetçilik kavramı eski benliğini kaybederek devletten ayrılmıştır.

 


2- İRAN’IN YAYILMACI POLİTİKASI-Şİİ YAYILMACILIĞI

 

             Şiilik, İran’ın İslam dünyasında etkili bir aktör olmasını sağlayan unsurdur. İran için Şiilik jeopolitik konum açısından da önemli bir yere sahiptir. Jeopolitik konum açısından baktığımız da burada ki amaç belli bir kültür sistemini devlet aracılığıyla hedef noktası olarak gördükleri coğrafyalar da hem kültürel açıdan hem de kendilerine ait bir dünya oluşturmak için hedefledikleri girişim olarak adlandırılabilir. Şia’nın kelime anlamına baktığımız  da Arapça bir söz olan «Şia». «Müşâyaa» kökünden gelmektedir ve birisine uyanlar, bölük anlamınadır.[21] Sünnilik İslâmîyetin en büyük mezhebiyken, Şiilik ise en büyük ikinci mezhebi konumundadır. İki mezhep arasında ki ayrıma baktığımız da ise bunu Hz. Muhammed’in vefatı ile bağdaştırabiliriz. Şiilik On iki İmam Şiiliği olarak bilinmektedir. İran’da on iki imam Şîa’sının tesisi konusunda kararlı bir yol izlemiş, yerli Şiî ulemâsının yanı sıra Cebeliâmül, Kûfe ve Bahreyn’deki Şiî ulemâsını İran’a davet ederek fıkhî meselelerde ortaya çıkacak problemleri gidermeye ve İsnâaşeriyye Şîası’nın esaslarının belirlenmesine çalışmıştır. [22]Baktığımız zaman Hz.Muhammed’in vefatından sonra Hz.Ali, iki oğlu ve torunlarının Allah’ın emri Peygamberin vasiyeti ile yasal imam kabul eden ve On iki imam’a inanmayı dinin gereği olarak kabul eden topluluğun mezhebidir. Caferilik Şiilik’in en kuvvetli kolu iken İran’ın da resmî mezhebidir. Şiileştirme politikasından bahsederken İran, Safevi Devleti zamanın da en geniş coğrafi sınırlarına ulaşmıştır. Şiileştirme politikasına baktığımız da Şah İsmail tarafından zor kullanılarak Arap coğrafyasına Şii din adamlarını getirerek İran İslam Cumhuriyeti’ne yerleştirmişlerdir. İran’ın Şiileştirilmesine baktığımız zaman güçlü İran ulemasının oluşturulmasın da Safeviler tarafından Irak ve Lübnan’dan getirilen Arap Şii âlimleri öncülük etmiştir. Safeviler’in Şiilik tarihine büyük etkileri olmuştur bunlar;


  • Şiilik mezhebinin belli bir coğrafya da din olarak ortaya çıkması.
  • Resmî din adamı sınıfının oluşturulması.
  • Kültürel kimlik inşasında araç olarak kullanılması.

 

            Safevilerle birlikte Şiilik kesin bir şekilde siyasallaşmaya başlamıştır. Şii uleması da Şah’la birlik olup coğrafyayı Şiileştirmek için mücadele etmiştir. İran Safevilerden önce devlet olma aşamasını tamamlayamamıştır. Safeviler sonrası ise Şii uleması nüfuzu artırılmış ve İran’ın devlet olma aşaması da tamamlamıştır. 1979 Devrimi çeşitli ekonomik, toplumsal ve ideolojik kaynak ve amaçlardan doğan ulusal bir kurtuluş hareketi olarak bilinmektedir.[23] 1979’ da yaşanan devrimden sonra Humeyni’nin sistemiyle İran hem kendi bölgesinde hem de tüm coğrafyalar da Şii gruplarını bir arada tutmayı ve gün geçtikçe etkisini artırmayı başarmıştır.  İran’ı sadece mezhep olarak düşünemeyiz çünkü Şiilik dini otorite olarak varlığını göstermeye başlamıştır. İran için Şiilik güçlü bir silah konumundadır çünkü bu mezhep kimlik oluşumun da inanç ve siyasî birliktelikte önemli bir yere sahiptir. Şiilik Hz. Muhammed’den sonra Hz. Ali soyuna geçmiştir. Hz. Ali’ye ve onun evlâdından belli kimselere intikal etmesi gerektiğini savunan grupları ifade eder.[24] Bu açıdan bakıldığın da ise Şiilik kendi dışında olanları görmezden gelen bir mezheptir. Kendi kabul ettikleri yapıların dışındakileri yanlış yolda olarak tanımlarlar. Bunun asıl sebebi ise Şiiliğin yaygınlaştırılması ve siyasallaştırılmasıdır.

İran, Şiiliğin yayılmasında kültürel merkezleri araç olarak kullanmıştır. Şiilik mezhebinin önemini İran İslam Tebliği ve İrşad adı altında anlatmaktadır.  Dini yayınlar, üniversiteler diğer yayın organlarıdır. Yayınlar aracılığı ile Şii merkezli dini yayınları yayımlayarak diğer devletlere aktarmaktır. Yayılma organlarına örnek verecek olursak ilk olarak, Uluslararası El-Huda Yayınevi Tahran’da kurulmuş olup birçok ülkeden temsilci bulunduran bir yapıdır. Bulundurduğu temsilciler ise Afganistan’ da Kabil Kenti, Kırgızistan Bişkek, Türkmenistan Aşkabat, Irak’ın Necef, Tacikistan’ın Duşanbe Kentlerindedir. Birçok yerde ki kitap fuarlarına da katılım sağlamışlardır. Bir diğer kurum ise Uluslararası Ehli Beyt Kongresi’dir. Bu kongre 90 ülke de temsilci bulundurmaktadır. Burada yapılan faaliyet farklı ülkelerde ki Şii gençleri İran’a götürülüp İran’da ki Şii mezhebine göre eğitildikten sonra kendi ülkelerine dönen bu gençler ülkelerin de devlete aykırı olmayacak şekilde İran desteğiyle sivil toplum kuruluşları kurarak faaliyetlerini sürdürmektedirler.  Diğer en güçlü aracı olan Uluslararası El-Mustafa Üniversitesi’dir. Bu üniversite de sadece Şii eğitimi verilmektedir ve 170 alt kuruluşa sahiptir. Yabancı öğrencilerine din ve mezhep eğitimi verilmektedir. Bu üniversiteye bağlı olan Uluslararası El-Mustafa Araştırma Merkezin de birbirinden farklı sosyal araştırmalar yapılmaktadır. Baktığımız zaman İran, dünya üzerinde Şii mezhebini yaygınlaştırmak için çeşitli kurumlardan faydalanmıştır ve bu kurumlara da maddi destek ve yatırımlardan da kaçınmamıştır. Baktığımız zaman da Şiiliğin yayılmasını İslam’ın yayılması olarak düşünmemiz yanlış bir ifade olarak ortaya çıkmaktadır.

 


 2.1- İran’ın Şii Hilâli Jeopolitiği

 

            Şii nüfusuna baktığımız zaman Sünnilikten ayrıldığı zamandan itibaren kendine ait bazı İslami kurallar geliştirerek kendisini genişletmiştir. Sayısal veri olarak ele aldığımızda ise 150 milyonluk topluluğa sahip Şii mezhebi 1,3 milyarlık İslam dünyasının %12’sini oluşturmaktadır. Bu oranı ele aldığımız da İran’da Şiiliğin yayıldığını ve zamanla daha çok arttığı görülmektedir. İran’da ve diğer bölgelerde Şii mezhebini yaygınlaştırmak için Şii Hilâli terimi ortaya çıkmıştır.  Terim anlamına baktığımız zaman Şii Hilâli Ortadoğu’da ki Şii çoğunluğunu ya da güçlü Şii azınlıklarının olduğu bölgeleri tanımlayan jeopolitik bir kavramdır. İlk olarak, Şii hilali kavramı, Ürdün  Kralı  Abdullah  tarafından  dile  getirilmiştir. [25]İran tarafından tüm Şii nüfusu tek bayrak altında toplama hedefi olarak anılmaktadır. Söylenip amacı da Irak’ta ki seçimlere müdahalesinden duyulan rahatsızlıktan dolayı söylenmiştir. Şii Hilâli kapsamındaki ülkelere baktığımız zaman haritada hilale benzer bir şekil ortaya çıkmaktadır. Bu gruplarla kurduğu bağlantılar sonucu ve alanını genişletmesi ile Ortadoğu’da Şii Hilâli söylemini kuvvetlendirmiştir. Şii Hilâli kapsamına giren Şii Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler Azerbaycan, İran, Bahreyn, Irak ve Lübnan’dır. Bugün ise Hindistan’da, Pâkistan’da, Endonezya’da, Şimâlî Afrika’da, Türkiye’de, bilhassa Lübnân’da, diğer Arap ülkelerinde ve hattâ Me- dîne-i Tayyibe’de Şiî’ler vardır.[26]

 

 

            Eylül olaylarından sonra ABD’nin Ortadoğu’da uyguladığı politikası değişmiş ve ABD 2003 yılında Irak ve Afganistan’a saldırıda bulunmuştur. Ortadoğu Bölgesinde bu saldırıdan sonra Irak’ta yönetimin başına Şii geçmesi ile bu bölge Sünni-Şii çatışması içerisinde bulunmuştur. İran nüfuzunu genişletmek için kullanılan Şiilik de 15 Ocak 1979 tarihinde Şah Muhammed Rızâ’nın ülkeyi terk etmesiyle İran’da yepyeni bir dönem başlamış oldu.[27] İran’ın bütün Şiilerin lideri olmak istemesi ABD, Sünni Arap Ülkeleri ve Körfez ülkeleri tarafından tehdit unsuru olarak algılanmış ve bunun sonucunda ise Şii Hilâli söylemi olarak kendisini göstermiştir. İran da bu açıdan bakıldığında hem kendi ülkesinde ki hem de sınır dışında kalan Şii halkının dini, siyasî ve kültürel lideri olma yolun da önemli adımlar atılmıştır. Bu durum da Ortadoğu bölgesinde birçok etkisi olmuştur. Bu etkiler şunlardır; Arap Baharı’ndan kaynaklanan dengesizlik, IŞİD gibi Sünni grupların yükselişi gibi özellikler İran’ın ilerlemesine zemin hazırlamıştır. Şii Hilâli ile İran’ın hedef noktası Şii mezhebini yaymak ve birleştirici görevini kullanarak nüfuzunu genişletmek istemesidir. İslam’a yapılan her türlü saldırıyı kendilerine olmuş gibi kabul ederek dini yönden Ortadoğu’ya yayılmak diğer açıdan ise ABD ve İsrail’in bölgedeki etkisini kırmak istemesidir. İran’ın, Şiileştirme politikasında yaptığı baskıcı lider olma istediği bazı durumlara neden olmuştur. Çünkü İran Şii halkının fazla olduğu ülkelerin iç işlerine karışması Ortadoğu’da karışıklığa neden olmuştur. Buna örnek verecek olursak Irak-İran Savaşı’ndan bahsedebiliriz. 8 yıl süren İran-Irak savaşının harabeye çevirdiği ülkede başta hidroelektrik santralleri olmak üzere, petrol rafinerileri ve petrol kuyuları kullanılamaz hale gelmiştir. Savaşın bilançosu siyasî, ekonomik ve sosyal anlamda bir yıkım olmuştur.[28] Aslında önemli bir gerekçeye sahip olan bir savaş değildir. Bu savaşın sebebi Sünnilerin tehditlerini çok gereksiz bir şekilde abartmış olmalarıdır. Başka bir örnek verecek olursak buna Nijerya’da yaşanan İbrahim Zakzaki olayını verebiliriz.  İlk önce bu olayı başlatan İbrahim Zakzaki’den bahsedecek olursak Nijerya’nın Zaria kentinde doğmuştur. 16 yaşına kadar Kuran ve İslami okullarda eğitim görmüştür. 1969 yılında ise Bölgesel Arapça Eğitim Okulunda Arapça öğrenmeye başlamıştır. [29]Eğitim gördüğü dönem boyunca farklı konulara ilgi duyan İbrahim Zakzaki, üniversite eğitimini Ahmedu Belli Üniversitesi’nin ekonomi bölümünde almıştır. Aynı zaman da Müslüman Öğrenciler Birliği’nin genel sekreteri olmuştur. Ülke genelinde büyük olayları organize ederek başkan olmuştur. Amacı İslam’ın tekrardan hâkim olması için çeşitli faaliyetler göstermiştir. Zario, Kano ve Yola şehirlerin de resmî olmayan dersleri almaya devam etmiştir. İbrahim Zakzaki Nijerya’da resmî olmayan İslami Hareketin lideri olmuş ve Müslüman olmayan kesimi bilinçlendirmeye birlikte hareket edebilmek için yapılması gerekenleri öğretmeye başlamıştır. Bu durum Nijerya’da hızla gelişmiş ve çok sayıda ilk ve orta düzeyde okul kurularak ülke gençlerini bilinçli İslami gençlik kurallarına göre yetiştirmek için çok fazla çaba sarf edilmiştir. İbrahim Zakzaki yaşadığı bölgeyi Gayri İslami olarak eleştirdiği için defalarca kez hükümet tarafından hapsedilmiştir. Vurguladığı nokta ise İslam ve İslam düzeninin gerekliliğidir. Bu önemi vurgularken kesin bir şekilde şiddet ve şiddet eylemlerini yasaklamış ilmi eylemlerle halkı bilinçlendirmeye çalışmıştır. 1981-1998 yılları arasında 9 sene boyunca 9 kere hapsedilmiştir ama asla mücadelesinden vazgeçmemiştir. Nijerya’da bulunan Ehl-i Beyt mektebini örnek alan, Hizbullahi kültürle harmanlanmış İslami gençliği oluşturmayı temel hedef olarak görmüştür. Nijerya bu yapılan harekatı Afrika Hizbullah’ı olarak adlandırmıştır.[30] Günümüze baktığımız da Nijerya’da ki Hizbullah hareketinin üç milyon civarında yandaşı bulunduğu düşünülmektedir. Çatışma taraftarı olmayan Hizbullah hareketi 5 Eylül 2009 yılın da gerçekleşen silahlı çatışma haricinde olan hiçbir eylemde bulunulmamıştır. Örnek verecek olursak IŞİD’e bağlı ve Nijerya’da faaliyet gösteren Boko Haram Örgütü İslami Hareket Mensuplarının öldürülmesini emretmiş ve saldırıda bulunmalarına rağmen Nijerya İslami Hareket Mensupları Boko Harama’a karşı saldırı eylemlerinde bulunmamıştır. Barışçıl ve eğitim faaliyetleriyle yapılan zulme karşı mücadelelerini göstermişlerdir. Böyle davranmalarının altında yatan sebepler de ise adalet, tevhid, vahdet ve Kudüs davası vardır.  21 Mayıs 2008’de yapılan Gayri Meşru İsrail Sempozyumu’nda Siyonist rejimin tüm taraftarlarıyla gideceklerini söyleten açıklamada bulunmuştur.  Çünkü asıl amacı İslam davasıdır ve bunun içinde dünyanın çeşitli yerlerini gezerek bunlardan İngiltere, Suudi Arabistan, İran İslam Cumhuriyeti, Lübnan, Sudan, Güney Afrika, ABD ve Rusya’da çeşitli seminerler vererek Şii yayılmacılığın farklı ülkelerde anlatılmasına ve yayılmasına öncülük etmiştir.

 

 

3- İRAN’IN ORTADOĞU ÜLKELERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

 

3.1- İran Yayılmacılığının Yemen Üzerindeki Etkisi

 

            Ortadoğu coğrafyasının Arap Yarımadası’nda yer alan Yemen, Kızıl Deniz’in Hint Okyanusu’na açıldığı kapıdır.  Afrika boynuzu ile Bab’ül Mendeb Boğazının doğusunda yer alır. Başkenti ‘Sana’ resmî dili Arapça dini de İslam’dır. Nüfusun tamamına yakını Müslümandır. Müslümanların % 70’ini Sünnîler (Şâfiî mezhebi), % 30’unu Şiîler (Zeydî, az sayıda İsmâilî) oluşturur.[31] Yemen de geçmişten gelen kabile sistemi vardır. Hala da etkisini göstermektedir. İran gibi karışık yapıya sahip olan Yemen idare edilmesi en zor devletlerdendir. Bunun sebebi aşiretler ile mezhepler arasında bölünmüş olmasıdır. Bu da toplumda ki sosyal düzeni bozmaktadır. Bir başka sebep ise Sünniliğin yaygın olması ve Şâfilere bağlı olmasıdır. İran’da yaşanan devrim de küçük bir nüfusa sahip olsalar da Şiiler İslam bölgesini etkilemiştir. Mezhep çatışmalarından birçok ülke etkilenmiştir bunlar Irak, Lübnan, Suriye’dir. Bu kategoriye Yemen’i de dahil edebiliriz. Hatta bu mezhep çatışması (Sünni-Şii) Yemen’de diğerlerine oranla daha fazla yaşanmaktadır. İran’da bunları göz önünde bulundurarak Şii mezhebinin etkisini artırmak için sert güçten kaçınmıştır yani eğitimler, konferanslar vererek kendisiyle yakınlık içerisine girilmesine neden olmuştur. İran bu yolda ilerleyerek yumuşak güç kullanımını artırarak Ortadoğu’da ki etkinliğini Suriye, Lübnan ve Yemen üzerine taşımıştır. İki grup[32] arasındaki siyasî mücadele ve çatışma ele alınmış, ardından Yemen’deki diğer unsurların dahil oldukları çatışmalara yer verilmiştir.[33]  İran Yemen üzerinde Husilerle bağlantı kurarak Şii hareketini güçlendirmeye çalışmıştır. Yemen üzerinde ki bu hareket Körfez ülkelerini de içerisine almıştır. Suudi Arabistan’ı çevreleme politikasında merkez üssü konumuna erişmiştir. Husilerin Yemen’e karşı isyan tamamen kendi içlerinde ki sorun iken İran açısından önemli görülmüştür. Çünkü İran Yemen üzerine Husiler üzerinden girmeye çalışmaktadır. Maddi açıdan yardımlarda gönderilmiştir. Diğer en önemli sebebi ise İsrail ve ABD’ye zaferin İslam’a ait olduğunu göstermektir. 2016 yılın da Suudi Arabistan ve onun kendi müttefikleri İran’la olan bağlarını koparmıştır. Bundan dolayı da Yemen’de ki olaylar karşısında daha temkinli yaklaşmaya itmiştir. Askerî açıdan Ortadoğu bölgesinde sayılı ülkelerden birisidir. Arabistan’a yapmış oldukları saldırıdan sonra Arabistan’dan sağladıkları askerî ve ekonomik yardımlardan mahrum olmuşlardır. Mahrum olan Yemen bu eksikliğini İran’dan karşılamaya başlamıştır. Yemen’in içerisinde bulunduğu bu karışıklık çöküntüye uğramasına toplumda birliği sağlayacak güce erişememesine neden olarak, dünya sıralamasında önemli bir yere sahip olamamıştır. Jeopolitik konumu açısından ise bölgesel güçlerin Ortadoğu ve Afrika’ya yönelik düşüncelerinde önemli bir yer edinmektedir.  Kısaca İran Yemen’de ki iç karışıklıkların artmasını ve oluşan güç boşluğundan yararlanmak istemektedir. Husilerin El-Hudeyde’deki varlığını koruması batı ve güney sahillerine Husilerin hâkim olmasını temel amaç olarak görmektedir.

 


İran Açısından Yemen’in Önemi

 

            İran’ın jeopolitik değerlendirmelerine baktığımızda Yemen’in önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz. Bunun nedenleriyle başlayacak olursak;

  1. Şii Hilal’in İran jeopolitiğindeki merkezi konumunu koruyor olması ve bununla birlikte Yemen’e farklı bir görev yüklenmesidir.
  2. Yemen, İran’ın Afrika’ya açılabilmesi için önemli bir merkezi olarak görülmesidir.
  • Yemen’in Suudi Arabistan’ı çevreleme politikasında düşünülmesidir.
  1. Yemen, Şii politikasının yayılmasında Körfez Ülkelerine kadar uzanmasında etkili olması ve Yemen’de ki krizin Ortadoğu’da ki düzeni sarsması ve İran’ın bu olayı derinleştirmesi.

            11 Eylül olaylarının etkisiyle İran’da ki Şii jeopolitiği daha etkili olmaya başlamıştır. 1979 İran İslam Devriminden sonra özellikle Irak, Bahreyn ve Lübnan’da bölgesel nüfuzunu genişletme peşine düşmüştür. Irak ve Afganistan müdahaleleri, ardından 2011 Arap Baharıyla birlikte oluşan güç boşluğu ve 2013 sonrası DEAŞ’ın güçlenmesi, İran’ın Devrim ihracı politikalarını motivasyonel süreç ve yumuşak güç aşamasından sert güç aşamasına geçirmesine imkân tanıyacak konjonktürel değişimler olmuştur. İran, Ortadoğu’daki Şii jeopolitiğini sert güç bağlamında yeniden kurgulanmıştır. Şii nüfusa sahip Ortadoğu ülkelerini, Şii jeopolitiği kapsamında yeniden konumlandırmıştır. Irak , Suriye, Lübnan ve Körfez Ülkelerine yayılacak Şii politikasının geçiş noktası olarak düşünülürken, Yemen ise Afrika’ya uzanacak Şii politikasının  ve Suudi Arabistan’ın dinamiklerini sarsacak güç unsurunun merkez kumanda üssü olarak değerlendirilmiştir. İran, Yemen’de Husiler aracılığıyla elde etmiş olduğu liman ve hava üslerini, uzun sürede Afrika’ya açılacak kapısı olarak değerlendirilmektedir.

Günümüzde ise İran bu üsleri, Husilere askerî yardım amaçlı olarak kullanmaktadır. Tüm bunları göz önüne aldığımızda Yemen, İran’ın özellikle Afrika’ya ulaşma arzusunda uzun dönemli stratejik değerlendirmelerinde önemli bir yere sahiptir. Suudi bölgesel güvenlik vizyonunun üç temel unsuru bulunmaktadır:

Yemen ve küçük Körfez Şeyhlikleri üzerinde hegemon olmak, Ortadoğu politikasında hegemon bir gücün çıkışını engellemek, bölgede sıcak çatışmalara ve Arap politikasının radikalleşmesine engel olmak.[34] Bu açıdan değerlendirdiğimiz de Yemen, Suudi Arabistan’ın gücünü sınırlandırmak, jeopolitik konumunu hayalde güneye hapsetmek ya da yoğunlaştırmak, iç dinamiklerini sarsarak istikrarsız bir ortamla meşgul etmek şeklinde örnekleyebiliriz. İran’a göre Suudi Arabistan’ı çevreleyen güç, yakında Körfez Ülkelerini de içine alacak ‘Şii Devrim Dalgasını’nın“ başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Yemen, İran açısından Kara Hâkimiyeti teorisi açısından yeniden kurgulamış olduğu “Pers Hayat Sahası” kuramında, İç Hilal’e (Doğu Afrika’ya) açılan stratejik konumun noktası olarak ifade etmektedir. Bununla birlikte Yemen, Suriye ve Irak krizleriyle birlikte Ortadoğu’da yapılacak devrim hareketinin sürecini hızlandırıcı unsurları olmaktadır. Kâlpgah’ın (Merkez Bölge) ele geçirilmesi ile bölgede çıkan krizlerin yönetilmesi, kriz sonrası ülkelerdeki düzenin İran’ın çıkarlarına uygun olması ülkenin İran’ın etkinlik sahasına dönüştürülmesiyle mümkün olabilir. İran’ın Kalpgâh içerisin de Suudi Arabistan ve Körfez Ülkelerini çember içerisine alan bir projedir. Kâlpgah içerisindeki ülkeler ise, Yemen, Suriye, Lübnan, Bahreyn ve Irak’tır. Suriye ve Irak’ta ki karışıklıkların azalmasıyla birlikte Yemen’de Şii politikasının canlandırılması adına kriz ortamı oluşturulmuştur. Bununla beraber DEAŞ’in giderek etkinliğini kaybetmesi üzerine Irak’taki Haşdi Şabi milis güçlerinin varlığı sorgulanmaya başlanmıştır. İran, Batı’ya karşı savaşını kendi sınırları içerisinde değil, Ortadoğu ileri hattında Şii direniş cephesi oluşturarak vermekte ve bu kapsamda Şii Hilalini oluşturacak Irak, Suriye, Yemen, Lübnan, Bahreyn ve Yemen gibi ülkeleri desteklemektedir.  İran Yemen’de Şii Husileri desteklerken aslında uzun vadeli planı olan “Şii Hilali” amacını gerçekleştirmek üzere bu amaçta önemli bir jeopolitiğe sahip olan Yemen’i kontrolü altında tutmaya çalışmaktadır. Bu iki ülkenin Yemen üzerinde karşı karşıya gelmesi ülke için dönüm noktalarından biri olmuştur. [35] Bu nedenle de Yemen, İran’ın güvenlik kapsamın da giderek merkezî bir rol oynamaya başlamaktadır. Irak ve Suriye’deki çatışmaların şiddetinin azalmasından sonra Yemen, Şii unsurların yeniden meşrulaştırılması ve etkinliğinin sürdürülmesi adına yeni bir kriz ortamı olarak ortaya çıkmaktadır.  İran’ın Kuzey Yemen’de ki üssü sadece Suudi Arabistan’a karşı önemli bir cephe değil, aynı zamanda Mısır, Somali ve Sudan’a ulaşmasını sağlayan önemli bir stratejik konumdur. İran uzun yıllar boyunca kendini Kızıldeniz bölgesinin hâkimi olarak konumlandırmıştır. Yemen Husi kontrolündedir ve gelecekte tamamen İran kontrolüne girebilecektir. Zeydilerin hak arayışı, İran’ın devrim politikası kapsamında bir fırsat olarak görülmüş ve desteklenmiştir. Husi ailesinin İran’a yakınlaşmasıyla sebebiyle, Zeydi kimliğinin toplumsal taleplerini yansıtma noktasına giderek başarısız konuma gelmesine neden olmuştur. Bununla beraber Zeydi kabilesinin desteğini alamayan Husi Hareketi kendi içinde de mücadeleye girmiştir. Caferi mezhebi ile Zeydi inanışı arasında büyük farklılıkların bulunması, Yemen’de İran’ınkine benzer bir Şii devletinin kurulmasını zorlaştırmaktadır. Yemen’de yeniden canlandırılacak Zeydi (Şii) imamlar devleti İran’ın “Yeni Pers Hayat Sahası Teorisi”ne hizmet edecek, Kâlpgahın güney ayağını oluşturmaktır, İç Hilâl’e açılan bir tutunması noktasını ifade edecek ve İran’ın dünya adasına açılacak kapısı olacaktır.[36] İran’ın Yemen’de geniş çaplı bir iletişim ağı kurmaya çalışmıştır. İran Suudi Arabistan’ın gücünün tüketilmesi konusunda Yemen’in büyük bir rol oynadığının farkındadır. Bundan dolayı da İran Yemen’i öncelikleri arasına almaktadır. Yemen İran için jeopolitik kuramda önemli bir yer tutmaktadır.

 

 

3.2 İran Yayılmacılığının Suriye Üzerindeki Etkisi

 

             Akdeniz’in doğusunda yer alan ve resmî adıyla Suriye Arap Cumhuriyeti Ortadoğu da yer alan bir ülkedir. Kuzeyden Türkiye, doğu ve güneydoğudan Irak, güneyden Ürdün, güneybatıdan İsrail, batıdan Lübnan, Akdeniz ve Türkiye ile çevrilidir. [37]Başkenti Şam’dır. Resmî dili Arapçadır. Suriye iç savaşından önce asıl nüfusunda etnik çeşitlilik fazladır. Ortadoğu’da en fazla etnik ve dini çeşitlilik gösteren ülkelerden birisidir. Ülke nüfusunun yarıdan fazlası Sünni Arap diğer kalanı ise Nusayri Arap, Sünni Kürt, Hıristiyan Arap, Aleviler ve Türkmenlerden oluşmaktadır. Çok az bir nüfusa sahip olan Aleviler 1970’den beri ülkenin iktidarını ele geçirmişlerdir. İran ve Suriye Ortadoğu’da birbirlerine politik açıdan destek veren iki ülkedir. Ancak ırksal köken bakımından tamamen birbirinden farklı olan bu iki ülke, politikalarını mezhepsel bağlamda birbirine entegre etmiş ve dış politikalarıyla da bu durumu desteklemiş iki ülkedir.  Irk kökeni farklı olmasına rağmen Şii birliği nedeniyle görmezden gelinmiştir. Bu iki ülkenin ilişkisi sadece bununla kalmamıştır. İran’ın Ortadoğu’da hakimiyet kurmasında ve diğer devletlerle olan ilişkisinde çok önemli bir konumdadır Suriye, jeopolitik ve stratejik konumundan dolayı İran için çok fazla önemlidir. Bu açıdan İran, Suriye’ye Şii milisler [38]göndererek devlet rejiminin ayakta kalması için var gücüyle mücadele etmektedir. Ortadoğu’da etkili olan Arap Baharı’nın sıçraması ile ülkedeki durum gün geçtikçe olumsuz bir hal almaya başlamıştır. Suriye Hükümeti “de-facto” anlamda devamlılığı arz etse de ülke toprakları nüfuz alanlarına ayrılmıştır.[39] Suriye bu süreç içerisinde terör örgütlerinin ve ülke dışı aktörlerin kolayca dolaşabileceği ülke konumuna gelmiştir. Ülke dışarıdan yardım almamaya karar verse de bu kararının dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Diğer ülkeler çıkarları doğrultusunda saf değiştirmiş olsalar da İran, uzun bir süredir müttefiki olan Suriye’ye olan politikasını değiştirmemiş ve yanında yer almıştır. Çünkü İran’ın çok geçerli sebepleri vardır. Uluslararası alanda baktığımız da Suriye yıkılmış olan ülke konumunda ancak İran’ın neden yardım ettiği anlaşılmamaktadır. Bunu anlayabilmemiz için bölge durumuna değil de mezhep birliği ve çıkar ilişkisine bakmamız daha doğru olacaktır. Çünkü Suriye halkının çoğunluğu Sünni mezhebe mensuptur. Ama ülkenin idaresi, 1970 yılından beri Baas Partisi’nin elindedir. Baas Partisi, Arap devletinin dış politikası, Arap milliyetçiliğinin menfaatleri ve Arapların “ebedi misyonuna” uygun olarak yürütülür.[40] Bu meşruiyet çok sorgulanmıştır ve bu meşruiyeti meşrulaştıran Musa Sadr’dır. Din adamı olan Musa Sadr, İran- Suriye ilişkilerinin temelini atan kişi olarak bilinmektedir.

 

           İran ve Suriye’nin birbirine yakınlaşmasının temel nedeni mezhep üzerine olmuştur. Bu yakınlaşma iki ülkenin dış politikasına da yansımıştır. Suriye’nin İran için önemi, Şii bir yöntemi ayakta tutmak şekline indirgenmemelidir. İran’ın stratejik planlamasında Suriye’nin önemi bundan daha büyüktür. Suriye, Şii Hilâlinin bir parçası olmasının yanı sıra İran için bölge ülkeleri ile ilişkilendirilen kilit taşı konumundadır. Türkiye ve İsrail için de dengeleme aracı konumundadır. Suriye Hükümeti için İran politikası denge politikasının temel taşıdır. İran’ın tek başına büyük Şii gücü oluşturma ve Sünni devletleri çevreleme konusunda yetersiz kalacağı düşünülmüştür.   Bundan dolayı da Suriye’nin Şii soyundan gelen kişiler tarafından yönetilmesi, Esad rejiminin ayakta kalması İran için çok önemli olaylardır. Çünkü Suriye’nin rejimi düşerse, İran’ın geleceği de tehlikeye girer. İran Suriye’yi diğer ülkelere göze dağı vermek için kullanmasını düşündüğümüzde ne kadar hayati bir önem taşıdığını daha iyi anlayabiliriz. İki ülkenin sürekli birbirine destek olduğunu İran’ın sekiz yıl süren Irak Savaşı boyunca Suriye, Irak’ın Baas yönetimine karşı olan husumeti sebebiyle İran’a destek vermiştir. Batı’nın ve Arap dünyasının İran’a karşı olduğu bu savaşta Suriye’nin İran’a destek vermesi her iki ülkeyi stratejik ortak olarak göstermiştir. [41]Bunun sonucunda da İran Suriye’ye olan desteğini hiçbir zaman esirgememiştir. Suriye ve İran’ın ilişkilerini incelediğimiz de birbiriyle uyum içinde hareket eden ve tarihsel yakınlığından ziyade İran’ın hedefleri açısından Suriye’nin önemi tartışılmaz bir konudur. Aslında bu politik yakınlığı meydana getiren de iki ülkenin Şii yöneticileri tarafından yönetilmesidir. İran izlediği Suriye Politikasını göstermekten çekinmeyen ve toprak bütünlüğüne zarar gelmesini istememektedir. İlk başlarda Arap Baharı’nı Arap milliyetçiliğinin demokrasi talepleri olduğunu söyleyerek desteklemiş, olaylar Suriye’ye yansıyınca bu düşüncesini değiştirmiştir. Suriye’nin toprak bütünlüğü tehlikeye girince de halk hareketlerinin karşısında durmuştur. Suriye’nin bölünmesi hakkında Amerika savaşla elde edemediğini ateşkesle elde etmek istiyor onların amacı Esad’ı yıkmak, Suriye’yi bölmektir. Bununla beraber İran Suriye’nin toprak bütünlüğünün yanında Esad’ın varlığını ve dolayısıyla da Suriye’nin Şii yöneticilerini korumaktadır. İran ve Suriye ayrılmaz bir müttefik konumundadır.

 

            1970 yılında Hafız Esad, 1979 yılında İran’da yönetime geçecek kişilerle bağlantı kurmuştur. Bununla birlikte Suriye İran İslam Cumhuriyeti’ni tanıyan üçüncü devlet olmuştur.  İran’ın Suriye’deki tavrı Irak’a göre çok farklıdır. İran’ın Irak’taki faaliyeti Sünni yönetime karşıdır. Suriye’de ise Esad yönetimine karşı ayaklanan Sünniler ve sonrasında ülke sınırlarında faaliyet gösteren terör örgütleridir. Buradaki amaç Sünni kesimleri temizlemek ve daha sonra Şii yönetimi ele geçirmek. Bu yüzden de İran’ın temel amacı, Suriye’de ki yönetimsel statükosunu sürdürmektir. Bunlardan birisi de Şii Milisleridir. Tahran Şii milisleri yönlendirmekte ve onlara eğitim, destek ve silah sağlamaktadır. Suriye Hükümeti Şii milislerle hareket etmektedir ve Suriye milislerle karşı zayıf konuma düşmüştür. İran için Suriye politikasının çöküşü uluslararası alanda oluşturduğu güçlü devlet teorisi yıkılacaktır. Bu yüzden Şii milisleri Suriye’ye göndermektedir. İran’ın Şii Hilâline baktığımız da Suriye’nin önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Bunun nedenleri şu şekildedir;


  1. * İran’ın bölgesel nüfuzunu korumak ve genişletmek.
  2. * Hizbullah ve Filistin kaynaklı Şii milis gruplarla iletişime devam etmek.
  • * İsrail’in yarattığı bölgesel güvenlik tehdidini ortadan kaldırmak ve tehdidi ortadan kaldırmak ve bu tehdidi İsrail sınırlarında sınırlamak, sahadaki etkiyi diplomasi için bir zemin olarak * kullanmak ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki yumuşak gücünün devam etmesi.
  1. * Suriye İran için Lübnan ve Filistin’deki müttefikleriyle olan bağlantısı demektir.
  2. * İran’ın ulusal çıkarlarında belirleyici rol oynayan bir hükümet konumundadır.
  3. * Suriye rejimin ayakta kalmasına ve İran’ın o ülkede devam eden etkisine bağlıdır. İran’ın Suriye’ye desteği özellikle İran’ın güvenliğinin yararıdır.

 

3.3 İran Yayılmacılığının Lübnan Üzerindeki Etkisi

 

            Lübnan, Doğu Akdeniz bölgesinde yer alan Kuzeyi ve doğusu bir hilâl şeklinde Suriye topraklarıyla kuşatılmış olan Lübnan güneyde 60 kilometrelik bir sınırla İsrail’e komşudur; batıda ise Akdeniz’e açılır. Tek meclisli ve çok partili bir rejimle yönetilmektedir.[42] Başkenti Beyrut’tur. Resmî dili ve konuşulan dili Lübnan Arapçası’dır. Lübnan siyasî açıdan Ortadoğu’nun en karışık ülkelerinden biridir.[43] Bu bilgiyi destekler nitelikte dini açıdan baktığımız da Müslümanlar toplam nüfus içinde ki oranı Hıristiyan halkın toplam oranına göre daha fazladır. Müslüman halkın yarısı Şii iken diğer yarısı Sünni’dir. Diğer azınlık grup ise, Dürzîlik, Yahudilik ve Hinduizm’dir. Ülkenin karışık nüfus yapısı, ülke temsilcilerine de yansımaktadır. Cumhurbaşkanı Hıristiyan, başbakan Sünni Müslüman ve meclis başkanı Şii’dir. Bu siyasî yapılanma, Lübnan’daki iç çatışmaların ve komşu ülkelerin müdahalelerin başlıca sebebidir. Bu yıllarda Lübnan kendi içinde bir iç savaş yaşarken, Suriye ve İsrail’in sürekli doğrudan askerî müdahalelerine maruz kalmakta, FKÖ’nün üst düzey yönetiminin Ürdün’den sonra Lübnan’a yerleşmiş olması ülkedeki durumu daha da karmaşık bir hale getirmekteydi.[44] Lübnan iç savaşının sebebi dinsel-mezhepsel çatışmaların güç dengeleriyle de birleştiği savaştır. İran ve Suudi Arabistan’ın bölgede başlattıkları çıkar temelli rekabet, güç mücadelesi ve üstünlük yarışı, karışık olan Lübnan’ı daha çok alevlendirmiştir. İran’ın Hizbullah, Suudi Arabistan’ın ise Sünni gruplar üzerinden yürütmüş olduğu vekalet savaşları Lübnan’da zaten var olan bölünmüşlüğü daha da kötü etkilemiştir. Lübnan siyasetine iki kutuplu yapı üzerinden bakabiliriz. Bunlar, 14 Mart Bloğu ve 8 Mart Hareketi olarak isimlendirilmektedir. Refik Hariri suikastının ardından Suriye karşıtı, bağımsız Lübnan savunucusu siyasal partiler ile bağımsızların bir araya gelmesi ile 14 Mart Bloğu oluşmuştur. Suriye ve İran’ın Lübnan üzerindeki hâkimiyetini reddeden geniş kitlelerin katıldığı mitingler neticesinde dönemin Suriye yanlısı hükümeti istifa etmiş, Suriye Lübnan topraklarından çekilmek zorunda kalmıştır. Bu kitlesel gösterilerin yaşandığı ve 14 Mart Bloğunun doğduğu süreç ABD tarafından desteklenmiş ve Sedir Devrimi olarak isimlendirilmiştir. [45]Bunun yanında Suriye ve İran yanlısı siyasal gruplardan oluşan 8 Mart Hareketi ise 14 Mart Bloğuna bir tepki olarak doğmuştur.   İran, Ortadoğu’daki rejim ihracı politikasının önemli bir yerini oluşturan Lübnan’la Şii ideolojisi çerçevesinde ilişki kurmaktadır. Lübnanlı Şiilerin bir kısmı İran kökenlidir. Humeyni İran dış politikasını İsrail ve ABD karşıtlığı üzerine kurmuş ve politikasını Lübnan ve Iraklı Şiilerle ittifak kurarak gerçekleştirmek istemiştir.

            Devrimden sonra Lübnan’daki EMEL grubundan birçok Şii İran’a giderek İran’ın desteğiyle eğitilmiş daha sonra İran’ın etkisiyle Hizbullah kurulmuştur. Hizbullah İran’ın Lübnan’da ki en güçlü silahı olmuş hem kendi kontrolünü hem de İran’a Lübnan kontrolünde kolaylık sağlamıştır. İran ve Suriye ilişkilerinin olumlu yönde olmasının iki sebebi vardır. Birincisi Suriye’nin İsrail karşıtı politikası ikincisi ise İsrail’in Lübnan işgali sırasındaki sert tavrı. İran devrim ve güvenlik ihracı sebebiyle Suriye ve Lübnan’ı yanına alarak Şii Hilâlinin bir kısmını gerçekleştirmek istemiştir. Suudi Arabistan İran’ın Ortadoğu’da Şiiler üzerinden yürütmüş olduğu vekalet savaşlarından galip çıkmasını istememekte ve Şii Hilal’inden rahatsız olmaktadır. Bu Lübnan’daki Hizbullah yapılanması Suudi Arabistan’ı tedirgin etmekte ve her seferinde Suudi Arabistan’ın karşısına çıkmaktadır. Hizbullah’ın Lübnan politikalarını İran tarafına yakınlaştırması Suudilerin Lübnan’la olan ilişkilerini kötü yönde etkilemektedir ve Suudi Arabistan Lübnan’ı cezalandırmaktadır.

            Lübnan iç savaşı ve iki kara komşusu (Suriye ve İsrail’in) doğrudan müdahaleleri Lübnan’da büyük bir yıkıma neden olmuştur. Ancak Lübnan halkı 1990’larsa ülkeyi yeniden inşa etmeye başlamıştır. Bu yeniden inşa görüntüsü 2000’lı yılların başında hız kazanmasıyla ülke yeni bir hâl almıştır. Tekrardan Arap dünyası için modern dünyaya açılan bir kapı olarak görünmeye başlamıştır. Fakat bu görüntü uzun sürmedi çünkü Lübnan nüfusunun bölünmüşlüğünden doğan sorunlar, İran, Suriye, Suudi Arabistan ve İsrail gibi ülkeler Lübnan’ın bölünmüş yapısından faydalanarak devam ettirdikleri doğrudan ve dolaylı müdahaleler ülkeyi tekrardan olumsuz bir şekilde etkilemeye başlamıştır. Bu durum Lübnan’ı Orta Doğu’da nüfuz ve güç çatışmasının merkezine getirmiştir. Hizbullah Lübnan’da ki Şii etkinliğini artırmış, bu durum sadece İsrail’i değil Suudi Arabistan da dahil Arap ülkelerini etkilemiştir. Lübnan’da yapılan Hizbullah örgütü olup bölgede İsrail Devleti’nin nüfuzunu kırmak ve kendi anlayışları doğrultusunda bir devlet kurmak için faaliyet göstermektedir.[46]   Bunun temel amacı 1982 yılında başta İsrail’i, o zaman işgal etmekte olduğu Güney Lübnan’dan çıkarmak ve İsrail’i yıkmak amacıyla kurulmuştur. İran’daki rejim değişikliğinden sonra İran’ın Lübnan üzerindeki etkisi artmış, Lübnan ilk önce İran ve Irak ve daha sonra İran ile Suudi Arabistan arasında yaşanan güç ve nüfuz mücadelesinin yaşandığı ülke konumuna gelmiştir. Suriye’de yaşanan iç savaşta Şam rejiminin Lübnan’a müdahale etmesi ortadan kalkmıştır bunun ya tersine İran’dan aldığı talimatla Suriye’ye giren ve Lübnan Hizbullah milisleri Esad rejiminin Şam ve Hama gibi şehirleri olmak üzere Suriye’de kontrolü tamamen kaybetmemesinde önemli rol oynamıştır. Buradan yola çıkarak baktığımızda İran talimatıyla Lübnanlı Hizbullah milislerinin Suriye savaşında oynadığı rol bu savaşla birlikte ilk dış mücadeleyi oluşturmuştur. Lübnan’a baktığımızda son zamanlarda ülke üzerindeki İran-Suudi Arabistan çatışmasını ve mücadelesini artırdığını görmekteyiz. Son yıllarda ise Lübnan Şii kesimi üzerinde etkisini artırmış, İran ile Hizbullah arasındaki bağları kuvvetlendirmiştir. Lübnan hükümeti içinde siyasî parti gibi hareket eden, Lübnan hükümeti ve Meclisini temsil eden Hizbullah’ın güçlü ve silahlı milislerinin bulunması Lübnan’ın siyasî gerçeğinin İran olduğunu ve ülkedeki etkinliğini gözler önüne sermektedir.

 


4- İRAN YAYILMACILIĞININ ÇIKARDIĞI SORUNLAR

 

             Ortadoğu’da köklü bir tarihi geçmişe sahip olan İran İslam Cumhuriyeti’nin temel amacı Şii nüfuzunu yaymak ve Şii Hilâli projesini gerçekleştirmektir. Bu Şii Hilâli projesini gerçekleştirebilmesi içinde bazı ülkelere ihtiyaç duymaktadır. Bu Şii Hilâli kapsamındaki ülkelere baktığımızda Lübnan, Suriye, Irak, Yemen, Bahreyn gibi ülkelere Şii yayılmacılığının gerçekleşmesi için birçok yardımda bulunmaktadır. Bunlar ekonomik, askerî ve insan ihtiyaçlarını karşılayabilecek yardım destekleridir. Amacı Ortadoğu’ya hâkim olmak, bazı devletleri tampon olarak kullanmak fakat bu düşünce akımı İran açısından pek de olumlu bir sonuç doğurmamaktadır. Çünkü İran yanlış strateji kullanmaktadır ve Şii mezhebini yayma yönündeki istikrarı da kendi halkının refah seviyesini düşürmektedir. Arap Baharın’dan sonra Şii Hilâli ülkelerine kendi ekonomisi bu destekleri sağlayacak kadar büyük değilken destek olmaktadır. Örneğin, Lübnan’daki Hizbullah Hareketi İsrail’e karşı finansal açıdan desteklenmektedir. Yemen’de ki Husilere hava yoluyla erzak, sağlık malzemeleri ve askerî yardımlar göndermektedir. İran Yemen’e gönderdiği yardımları kabul etmese de günümüz de artık net bir şekilde bu durumu açıkça görmekteyiz. Bu durumuna baktığımız da 2004 yılındaki örneği verebiliriz. Husilerin Yemen’e karşı savaşa girmesiyle birlikte İran’ın gönderdiği desteğin boyutunun askerî yönünden arttığı da inkar edilemeyeceğinin kanıtıdır. Çünkü Husilerin Yemen’e karşı savaşa girmesi sonucunda askerî yardım artıyor onun öncesinde daha çok erzak, sağlık insan yaşamını sürdüreceği türden yardımların olması da bunun göstergesidir. Suriye’ye baktığımızda da bunlara benzer tabloyla karşılaşmaktayız. İran Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte Esad rejimine parasal destekte bulunmuştu

Çeşitli bölgelere İran parkı yaparak kendi liderlerinin fotoğraflarını asıyorlar. Bunlar tabi ki yaptıkları ülkenin bütçesinden değil kendi bütçelerinden harcanmaktadır. Ekonomik sorunlarla uğraşan İran kendi iç sorunlarını görmezden gelerek uyguladığı politikayı sürdürmeye çalışması kendi halkının tepki vermesine neden olmaktadır. Çünkü artık İran’da, işsizlik, geçim sıkıntısı, ekonomik bunalım son dönemde iyice ortaya çıkmış ve artık halk protestolarla tepkisini ortaya koymuştur. Ülke de bu kadar ekonomik sorun yaşanırken hala İran’ın Esad rejimine destek vermesi İran’ı eleştirilere maruz bırakmıştır. Zaten İran’da 2015 yılından itibaren Suriye’ye tek başına destek verecek gücü kendisinde bulamamıştır. İran’ın Ortadoğu’da egemenlik kurmak istemesi, Şii Hilâli projesi devlet bekasını da tehdit etmektedir. Çünkü Ortadoğu’ya egemen olmak isteyen ülkelerin de odak noktası konumuna gelmektedir. Şii Hilâlindeki ülkelere baktığımız da artık İran’ın varlığından rahatsız duymaktadırlar. Bu ülkelere örnek verecek olursak Irak ve Lübnan’dır. Bu durumda İran İslam Cumhuriyeti artık bölgede sergilediği siyasetinde sekteye uğramıştır. Ülke iç sorunlarıyla mücadele ederken kendi devletini düşünmeden hareket eden rejiminde Ortadoğu’da izlediği politikanın gerçek olması pek de mümkün değildir.

 


SONUÇ

 

             Tüm bu yazdıklarımı göz önünde bulundurduğum da Şiilik mezhebi Ortadoğu’da Sünnilikten sonra gelen ikinci büyük mezhep konumundadır. Şiileşme süreci bir anda gerçekleşme gösteren bir yapı değildir. Tarihi uzun yıllara dayanmaktadır. Çünkü İran bulunduğu bölgedeki en eski devletlerden birisidir. Şiiler belli bir dönemde azınlık konumundaydılar daha sonra ise Şiileri tek bayrak altında toplamak isteyen İran, Şii Hilâli kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu Şii Hilâli olarak adlandırılan bölgeler haritada hilâl şeklini almaktadır ve Ortadoğu ülkeleridir. Bu ülkeler aracılığıyla asıl amacı bölge nüfuzunu genişletmek ve Şii mezhebini yaymaktır. Her ülke de farklı bir strateji sergilenmiştir. İran bu ülkelerde kendi örgütlerini kurmuşlardır. Yemen’de Husiler, Lübnan’da Hizbullah, Suriye’de İran Şii Milisleri bulunmaktadır. Şii Hilâlinde yer almaları için ülkelerin İran’la benzer yapıların olması zorunluluğu yoktur. Suriye ve İran’ın ırksal köken bakımından birbirinden tamamen bağımsız olması bunun göstergesidir. Suriye ve İran mezhepsel ve dış politika aracılığıyla bu ırksal yapı farklılıklarının üzerini örtmektedirler. İran için var olan düzen kendi lehine olacak tüm durumları değerlendirmektir. Bu ülkelerde sadece örgütlenmeler kurarak değil bunları destekler nitelikte para, gıda gibi yardımları da ülkelerden eksik etmemektedir. Ortadoğu dışında da Batı Afrika kıtasında da Şii mücadelesi sürmektedir. Buna en güzel örnek olarak İbrahim Zakzaki olayını verebiliriz. İran’ın sadece dini mezhepsel açıdan yayılan bir Şii hareketi olarak değil kendi çıkarları doğrultusunda ilerleyen bir Şii Hilâli olarak değerlendirmemiz daha doğru olacaktır. İran İslam Cumhuriyeti her ne kadar dış politika da kendi çıkarlarına göre hareket ediyor olarak gözükse de bu durum iç politikasını içten içe çürütmektedir ve halkının yaşam standartlarını düşürmektedir.

 

 

KAYNAKÇA

 

Zehtabi, Taki, Muhammed, İran Türklerinin Eski Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık:403, Aralık,2010, İstanbul, s.22

Niray, Nasır, Deniz, Didem, İran İslam Cumhuriyeti: Tarihi, Siyaseti ve Demokrasisi, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi Cilt: VI, Sayı:2, Elazığ, 2010, s.2

Cleveland, William L., Modern Ortadoğu Tarihi, agarokitaplığı 205, Haziran, 2008,s. 22

Çelenk, Mehmet, Safevîlerin Din Politikası ve İran’ın Şiileşme Seyri, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2014, Sayı 4, s.1

Sander, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge kitapevi, Ankara,1996, s. 64

Sivrioğlu, Töre, Ulaş, Sāsāni İmparatorluğu Döneminde İran, Mezopotamya ve Kafkasya’da Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar, Araştırma makalesi, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi İlkbahar 2016, 3 (10), s.3-4

Sander, Oral, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, İmge kitabevi,1996, s.46

Gündüz, Şinasi, Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:680, Şubat 2007, Ankara, s.50

Üçok, Bahriye, İslam Tarihi Emeviler- Abbasiler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 19. Mayıs, 1968, s.105

Lewıs, Bernard, Ortadoğu, Arkadaş Yayıncılık, Nisan 1995, s.106

Karadeniz, Yılmaz, İran Tarihi (1700-1925), Selenge Yayınları, İstanbul, 2012, s.64

Özkırımlı, Umut, milliyetçilik kuramları eleştirel bir bakış, sarmal yayınevi, Nisan 1999, s. 98

Gökdağ, A. Bilgehan, İran Türklerinde Kimlik Meselesi, Yaz/2004, s.6

Şişman, Bekir, Şehnâme’nin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri, Ötüken Yayınları, s.12

Hunkan, Soner, Ömer, Ortaçağ İran’ını Anlamak: Firdevsî, Nizâmü’l – Mülk, Sabbâh ve Hayyam, TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2016, s.13

Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 13. Cilt, 1987, s.552

Türkiye Diyanet Vakfı Îslam Ansiklopedisi, 30. Cilt, İstanbul, 2005, s.168-169

Zerinebaf, Fariba, İstanbul’dan Tebriz’e: Osmanlı İmaratorluğu ve İran’da Modernite ve Meşrutiyet, muhafazakardüşünce, yıl15, sayı:55, eylül-aralık2018, s.11

Türkiye Diyanet Vakfı Îslam Ansiklopedisi, 32. Cilt, 1987, s.2038

Gölpınarlı, Abdülbâkıy, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şîîlik, Der Yayınları:6, İstanbul, 1987, s.21

TDV Îslam Ansiklopedisi, 38.cilt, İstanbul, 2010, s.255

Halhalli, Bekir, Humeyni İran Dış Politikası (1979-1989), s.2

TDV İslam Ansiklopedisi, 39.cilt, İstanbul, 2010, s.111

Abbas, Ziya, Ortadoğu’da İran-Suudi Arabistan Rekabeti, Socıal Scıences Studıes Journal, Vol.55, Issue:51, 2019, s.5

Gölpınarlı, Abdülbâkıy, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şîîlik, Der Yayınları:6, İstanbul, 1987, s.130

TDV İslam Ansiklopedisi, 22.cilt, 1987, s.1934

Yegin, Abdullah, İran Siyasetini Anlama Kılavuzu, SETA, Ankara, Haziran 2013, s.35

TDV İslam Ansiklopedisi, 43.cilt, 1987, s.1912

Muslu, Ensar, Yemen, 2015, s.3

Acar, Necmettin, ARAP BAHARI SÜRECİNDE ORTADOĞU’DA GÜVENLİK VE DIŞPOLİTİKA: SUUDİ ARABİSTAN ÖRNEĞİ, Birey ve Toplum, Güz 2018, Cilt 8, Sayı 16 s. 9

Acet, Seda, Gül, Yemen’de İç Savaş ve İnsani Krizin Boyutları, Socıal Scıences Studıes Journal, Vol:4, Issue:13,2018, s.4

Tamer, Cenk, İrân’ın Kâra Hâkimiyeti Teorisi Bağlamında Yemen Politikası Hedef, Yöntem, Söylem Ve Araçlar, Yayın No:15, Balgat Çalışmaları No:5, ANKASAM, 2017, s.74

TDV İslam Ansiklopedisi, 37.cilt, 1987, s.2589

Bilgetürk, İrem, İran’ın Suriye Politikası Bağlamında Şiilik ve Şii Milisler, Aralık 2018, s.2

Şentürk, Doğan, Ortadoğu’da Arap Birliği Rüyası Saddam’ın Baas’ı, Alfa Yayınları, Bakırköy, 2003, s.123

Salihi, Emin, Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler Ve ”Şii Hilali” Söylemi, Bilge Strateji , Cilt 2, Sayı 4, Bahar 2011, s.9

TDV İslami Ansiklopedisi, 27. Cilt, 1987, s. 1162

Duman, Talha, İsmail, Dış Aktörlerin Rekabetinin Gölgesinde Lübnan: Saad Hariri’nin İstifa Süreci, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 2018, s.3

Çelikkol, Oğuz, Lübnan ve Ortadoğu’daki Dengeler,11 Ağustos,2020, s. 2

Bulut, Mevlüt, Bulut, Seher, 2006 Temmuz Savaşı, 2011 Suriye Krizi ve 2019 Protestoları Perspektifinden Hizbullah’ın Lübnan’daki Rolü, Güvenlik Bilimleri Dergisi, Mayıs 2021, Cilt:10 Sayı:1, s.6

TDV İslam Ansiklopedisi, 18.cilt, 1998, s.183

 

[1] Zehtabi, Taki, Muhammed, İran Türklerinin Eski Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık:403, Aralık,2010, İstanbul, s.22

[2]

Niray, Nasır, Deniz, Didem, İran İslam Cumhuriyeti: Tarihi, Siyaseti ve Demokrasisi, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi Cilt: VI, Sayı:2, Elazığ, 2010, s.2

[4] Cleveland, William L., Modern Ortadoğu Tarihi, agarokitaplığı 205, Haziran, 2008,s. 22

[5] Çelenk, Mehmet, Safevîlerin Din Politikası ve İran’ın Şiileşme Seyri, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2014, Sayı 4 s.1

[6] Sander, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge kitapevi, Ankara,1996,s. 64

[7] Sivrioğlu, Töre, Ulaş, Sāsāni İmparatorluğu Döneminde İran, Mezopotamya ve Kafkasya’da Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar, Araştırma makalesi, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi İlkbahar 2016, 3 (10), s.3-4

[8] Sander, Oral, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, İmge kitabevi,1996, s.46

[9] Gündüz, Şinasi, Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:680, Şubat 2007, Ankara, s.50

[10] Üçok, Bahriye, İslam Tarihi Emeviler- Abbasiler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 19. Mayıs, 1968, s.105

[11] Lewıs, Bernard, Ortadoğu, Arkadaş Yayıncılık, Nisan 1995, s.106

[12] Karadeniz, Yılmaz, İran Tarihi (1700-1925), Selenge Yayınları, İstanbul, 2012, s.64

[13] Özkırımlı, Umut, milliyetçilik kuramları eleştirel bir bakış, sarmal yayınevi, Nisan 1999, s. 98

[14] Gökdağ, A. Bilgehan, İran Türklerinde Kimlik Meselesi, Yaz/2004, s.6

[15] Şişman, Bekir, Şehnâme’nin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri, Ötüken Yayınları s.12

[16] Hunkan, Soner, Ömer, Orta çağ İran’ını Anlamak: Firdevsî, Nizâmü’l – Mülk, Sabbâh ve Hayyam, TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2016, s.13

[17] Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 13. Cilt, 1987, s.552

[18] Türkiye Diyanet Vakfı Îslam Ansiklopedisi, 30. Cilt, İstanbul, 2005, s.168-169

[19] Zerinebaf, Fariba, İstanbul’dan Tebriz’e: Osmanlı İmaratorluğu ve İran’da Modernite ve Meşrutiyet, muhafazakardüşünce, yıl15, sayı:55, eylül-aralık2018, s.11

[20] Türkiye Diyanet Vakfı Îslam Ansiklopedisi, 32. Cilt, 1987, s.2038

[21] Gölpınarlı, Abdülbâkıy, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şîîlik, Der Yayınları:6, İstanbul, 1987, s.21

[22] TDV Îslam Ansiklopedisi, 38.cilt, İstanbul, 2010, s.255

[23] Halhalli, Bekir, Humeyni İran Dış Politikası (1979-1989), s.2

[24] TDV İslam Ansiklopedisi, 39.cilt, İstanbul, 2010, s.111

[25] Abbas, Ziya, Ortadoğu’da İran-Suudi Arabistan Rekabeti, Socıal Scıences Studıes Journal, Vol.55, Issue:51, 2019, s.5

[26] Gölpınarlı, Abdülbâkıy, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şîîlik, Der Yayınları:6, İstanbul, 1987, s.130

[27] TDV İslam Ansiklopedisi, 22.cilt, 1987, s.1934

[28] Yegin, Abdullah, İran Siyasetini Anlama Kılavuzu, SETA, Ankara, Haziran 2013, s.35

[29] İLKHA, Nijerya’da Bir Zalim ve Mücahid: Şeyh İbrahim Zakzaki, Haber Merkezi, 17 Aralık 2015

[30] İLKHA, Nijerya’da Bir Zalim ve Mücahid: Şeyh İbrahim Zakzaki, Haber Merkezi, 17 Aralık 2015

 

[31] TDV İslam Ansiklopedisi, 43.cilt, 1987, s.1912

[32] Hadi Hükümeti ve Husiler

[33] Muslu, Ensar, Yemen, 2015, s.3

[34] Acar, Necmettin, ARAP BAHARI SÜRECİNDE ORTADOĞU’DA GÜVENLİK VE DIŞPOLİTİKA: SUUDİ ARABİSTAN ÖRNEĞİ, Birey ve Toplum, Güz 2018, Cilt 8, Sayı 16 s. 9

[35] Acet, Seda, Gül, Yemen’de İç Savaş ve İnsani Krizin Boyutları, Socıal Scıences Studıes Journal, Vol:4, Issue:13,2018, s.4

[36] Tamer, Cenk, İrân’ın Kâra Hâkimiyeti Teorisi Bağlamında Yemen Politikası Hedef, Yöntem, Söylem Ve Araçlar, Yayın No:15, Balgat Çalışmaları No:5, ANKASAM, 2017, s.74

[37] TDV İslam Ansiklopedisi, 37.cilt, 1987, s.2589

[38] Savaş sırasında orduya yardımcı olarak görev alan halk gücü.

[39] Bilgetürk, İrem, İran’ın Suriye Politikası Bağlamında Şiilik ve Şii Milisler, Aralık 2018, s.2

[40] Şentürk, Doğan, Ortadoğu’da Arap Birliği Rüyası Saddam’ın Baas’ı, Alfa Yayınları, Bakırköy, 2003, s.123

[41] Salihi, Emin, Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler Ve”Şii Hilali” Söylemi, Bilge Strateji , Cilt 2, Sayı 4, Bahar 2011, s.9

[42] TDV İslami Ansiklopedisi, 27. Cilt, 1987, s. 1162

[43] Duman, Talha, İsmail, Dış Aktörlerin Rekabetinin Gölgesinde Lübnan: Saad Hariri’nin İstifa Süreci, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 2018, s.3

[44] Çelikkol, Oğuz, Lübnan ve Ortadoğu’daki Dengeler,11 Ağustos,2020, s. 2

[45] Bulut, Mevlüt, Bulut, Seher, 2006 Temmuz Savaşı, 2011 Suriye Krizi ve 2019 Protestoları Perspektifinden Hizbullah’ın Lübnan’daki Rolü, Güvenlik Bilimleri Dergisi, Mayıs 2021, Cilt:10 Sayı:1, s.6

[46] TDV İslam Ansiklopedisi, 18.cilt, 1998, s.183