Suriye’de Türkmenler iki kulvarda birden mücadele verdi. İlk önce rejime karşı sahada mücadele etti. Bu mücadele için ilk olarak Türkmen birlikleri kuruldu. Bu birlikler her bölgede on veya on beş kişiden oluşuyordu. 2012 yılında Türkiye’de bulunan Suriye Türkmenleri ile bir araya geldik. Bu insanlar daha önceki yıllarda Suriye’den Türkiye’ye gelmiş olan doktor, akademisyen, mühendislik gibi dallarda kendilerini yetiştirmiş insanlardı. İlk başta sekiz arkadaşımız ile bu işe başladık. Daha sonra bu sayı kırk kişiye ulaştı ve Suriye 1. Türkmen Platformunun oluşturulması kararlaştırıldı. İlk geldiğimiz yıllarda Türkiye’de pek tanınmıyorduk. Suriye’deki Türkmen nüfusunu söylediğimizde bize inanmıyorlardı. Biz de dünyadaki diğer azınlıklardan farklı olarak inandırıcılığın artması için sürekli sayımızı daha az göstermek zorunda kaldık. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı bizi tanıdı ve açıkça destek vermeye başladı. 15 Aralık 2012 yılında 1. Türkmen Platformunu gerçekleştirdik. Üzücü olan ise Suriye Türkmenlerinin de birbirini tanımamasıydı. Bu platform ile Suriye Türkmenlerinin hepsi birbirini tanıma fırsatı buldu. Daha önceki yıllarda Lazkiye Türkmenlerinin, Halep Türkmenlerinden haberi yoktu. Bu bizim de suçumuz değildi. Çünkü Suriye’de “Türk’üm” demek bile suçtu. Dolayısıyla birçoğu kendi kendini asimile etmişti. Birçok Türkmen devlet görevinde yer alabilmek için asimile edilmişti. Suriye Türkmenlerinin birçoğunu Suriye’deki Baas rejimi asimile etmiştir.
İlk defa İstanbul’da 1200 Türkmen’in, tüm bölgelerden kendi nüfus sayılarına oranlarla temsilciler getirmesini sağladık. Halep kısmını ben üstlenmiştim. 500 kişi Halep’ten ve diğer bölgelerden de 700 kişi, toplamda 1200 kişi bir araya geldik. İlk defa Türkmenler olarak bu coşkuyu yaşadık. Bir araya gelerek birbirimizi tanışma fırsatı bulduk. Orada tabii ki Türkiye Cumhuriyeti’nden insanların da büyük katkısı ve katılımı oldu. Sayın Dışişleri Bakanımız, meclis başkanımız, Türk siyasetinden muhalif temsilciler, Suriye muhalefetinden temsilciler katılmıştır. Sayın başbakanımız Ahmet Davutoğlu, o dönemde Türkmen platformdan bir heyeti Dolmabahçe Sarayı’nda kabul etti. Ben de o heyetin içindeydim. Bizimle bir buçuk saatlik bir toplantı gerçekleştirdi. Türkmenler orada kendileri de tartıştı, kaynaştı ve soru sordu. O dönemde bu çalışmalar bize birçok şey öğretti. En başta biz Türkmenlerin de bu işe hiç hazır olmadığını gördük. Biliyorsunuz elli yıl, yüz yıl terk edilmişliğin getirdiği bir durum olarak; hiçbir örgütlenmemiz, kurumumuz ve çalışma tecrübemiz yoktu. Birkaç kişi BAAS Partisine girmiş ve siyaseti öğrenmiş olabilir. Fakat onlar da kendi menfaatleri ve devletteki çıkarları için mecburi olarak o görevlerde bulunmuştur. Suriye Türkmenleri muhafazakâr bir toplumdur. Suriye’de bir BAAS rejimi bir de komünist partisi vardır. Biz muhafazakâr olduğumuz için Türkmenler olarak o partilere de çok meyletmedik. Önümüzde bir seçenek kalıyordu o da BAAS. Kürtler çok eskiden beri BAAS rejiminin içindeler. Ama bu partilerin kökenleri Suriye’deki Marksist partilere dayanmaktadır. Suriye Komünist Partisi ve diğer partiler meclis içerisinde kendi kendilerine bir siyasî tecrübe kazandılar. Ama maalesef bizim öyle bir şansımız olmadı. O da bizim kendi kültürel yapımızdan dolayıdır. Tabii ki bu süreç içerisinde maalesef birçok bölgedeki Türkmen asimile edilmiştir. Bugün Humus Türkmenleri, Halep Türkmenlerinden sonra en çok nüfusa sahiptir. Orta bölge dediğimiz Humus, Hama, Tartus ve Baniyas o bölgelerdedir. Maalesef birçoğu Türkçe bilmiyor. Ancak “Türkmen’im” diyen kardeşlerimizdir. Bugün Rakka Türkmenleri Türkiye sınırına yakın olduğu için Türkçelerini ve kendi kültürel hayatlarını korumuşlardır. Tabii bu bilinçli olarak gerçekleşmemiştir. Aşiret yapısından, yani kendi kültürel yapımızdan dolayı meydana gelmiştir. Halep ve Bayır-Bucak Türkmenleri de aynı şekilde kendi örf ve adetlerini, kültürünü ve Türkiye Türkçesini konuşan Türkmenlerdir. Suriye’deki Türkmenlerin nüfus dağılımına bakarsak Halep en kalabalık Türkmen şehridir. “Türkmen” kelimesini kullanmayı da uygun görmüyorum. Türk dediğin zaman Suriye’deki Türklerin hepsini kapsaması lazım. O zaman rakamlar çok daha yüksek olur. Bugün Suriye’de Türk kökenli olan çok büyük aileler vardır. Ama Türkmen dediğimiz zaman kendimizi kast ediyoruz. Bizim Halep, Golen, Lazkiye hep Türk şehirleridir. Halep en fazla nüfusa sahiptir. Ondan sonra Humus geliyor. Arkasından Lazkiye, Bayırbucak ve Golen gelmektedir. Şam Türkmenleri, Rakka, Tel Abyad Türkmenleri, Hama Türkü ve Culab dediğimiz bölgelerin hepsinde Türkler yaşamaktadır. Tabii ki bu saydığımız yerlerde Türkmen nüfusu 25 binden fazladır. Çünkü Suriye’de herhangi bir bölge yoktur ki, orada bir Türkmen köyü ya da aşireti olmasın. Türkmen aileler her yerde vardır. Bugün Dera’da ve Deyrezor’da bile Türkmenler vardır. Suriye’nin tüm ilçelerinde ve illerinde Türkmen vardır. Bizim kast ettiğimiz 25 binden fazla olan; Suriye Türkmen Meclisi içerisinde temsil edilen Türkmenlerdir. Tabii bu platformdan sonra orada karar alındı. “Suriye Türkmenlerine bir meclis kuralım” diye. Tabii ki o dönemde bizim buradaki olan bazı gençlerimizin dernekleri vardı: Suriye Türkmen Hareketi, Suriye Türkmen Kitlesi vs. Ama çok da karşılık bulamayan, kendi imkanlarıyla kendi bir şekilde bir şeyler yapmaya çalışan gençlerdi. Yine de hassasiyetlerinden dolayı hepsine Teşekkür ediyorum. Bizim bir vatandaşımız, bir Türkmen kelimesini kullanmışsa kattı sağlamıştır. Suriye Türkmen Meclisi ile birlikte Suriye Türkmen Meclisi Platformunda karar alındıktan sonra, Mart 2013’de delege usulüyle, çok adil bir şekilde ve nüfus dağılımına göre, Suriye genelinde ve Ankara’da, Suriye Türkmen Meclisi’nin birinci kongresini gerçekleştirdik. Orada da aynı şekilde Türk muhalefetinden ve Suriye muhalefetinden katılım oldu. Sayın başbakan onda geldi ve bizim meclisimizde konuşma yaptı. Tabii ki bütün bunların çok olumlu anlamı vardır. Bu anlam: “Türkmen için bir yeniden doğuşu” temsil ediyordu. Ancak bütün bunlar gerçekleşirken gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır. Bu işlerle uğraşken biz de çok tecrübesizdik. Bu işe liderlik yapanların da bir tecrübesi yoktu. Biraz mantık ve biraz da geleneksel olarak Türkmen davasının getirdiği azim vardı. Bizim en büyük avantajımız cesaretimizdi. Siyasî olarak bazı arkadaşlarımız bizden daha tecrübeli hale geldiler. Çünkü Türkiye’ye yerleşen arkadaşlarımız aynı şekilde Türk siyasetinden, Türk siyasî partilerinden ve STK’larından deneyim kazandılar. Fakat bunu Suriye’ye uygulamakta başarısız oldular. Suriye’de Türkiye’deki gibi bir demokrasi ve siyasî gelenek olmadığı için totaliter tek partili bir rejim vardı. Dolayısıyla başta biz de zorlandık. Ama biz şuna inanıyorduk: Yaptığımız iş siyasetten fazlasıydı. Daha çok bir dava olarak görüyorduk. Bu işi dava olarak görmemizde Türk Ocakları, Ülkü Ocakları gibi kuruluşların yeri çok önemlidir. Topyekûn bizim STK’larımız ve tüm kurumlarımızın; Türk halkının emeği bu davada çok büyüktür. Aynı zamanda akademisyenlerimiz, bürokrat ve diplomatlarımız ve Türkiye’deki devlet kurumlarının verdiği desteği inkâr edemeyiz. Türkiye’de herkes bize çok destek oldu. Biz de herkesle istişare halindeydik. Ve en büyük övgüyü hak edenler, sahadaki askerî birliklerimizdir. Bu birlikler siyasetten çok önce oluşmuştur. Suriye Türkmen Meclisinin iki temel ana hedefi vardı. Birincisi sahayı örgütlemek ve sahadaki askerî birlikleri örgütlemek. İkicisi de Suriye muhalefetinin içerisinde yer almak. Yani gelecek Suriye’nin anayasasında Türkmenlerin de söz hakkı olması, anayasal haklara kavuşmalarının mücadelesini vermekti. Bunların ikisi de tabii ki çok meşakkatli işlerdir. Her şeye en baştan başlıyorsunuz. Herhangi bir birikiminiz yok, bir örgütlenme kültürünüz yok, bir siyasî geçmişiniz yok. Bir sürü düşmanımız da var. Kendi içimizde olsun, Suriye’de yaşayan diğer toplumlardan olsun; herkesin projesi, devletlerin projesi olsun, hep Türkmen coğrafyasındadır. Biliyorsunuz Humus’da, Tel Abyad’da demografik yapının nasıl değiştirildiği ortadadır. Birden çok düşmana karşı mücadele vermek gerekiyordu. Aslında bu yapılanlar Suriyeli muhalefet ile birlikte yapılan mücadeledir. Ancak bizim Suriye muhalefeti ile de mücadelemiz vardır. Yarın bir gün Esad’ın düşeceğine inanıyoruz.
Esad gidip, rejim değiştikten sonra da bizim mücadelemiz sürecektir. Demokratik bir rejim kurulduktan sonra da Türkmenlerin anayasal haklarının mücadelesi verilecektir. Türkmenler için Suriye Türkmen Meclisi ve Türkiye’nin desteğiyle birlikte yeni bir süreç başladı. Bugün anayasa heyetinde Türkmenler temsil edilmektedir. Biz Türkmenler aslında Türk dünyası için de mücadele veriyoruz. Bugün Türkiye’nin stratejik projelerinin olduğu her yerde Türkmenler en ön saflarda yer almaktadır. Bu işte Azerbaycan’da da böyle Libya’da da böyledir. Başka yerlerde bizlere ihtiyacı olursa orada da oluruz. Çünkü bu bir davadır. Uzun soluklu bir harekettir. Belki bugün yapılanların sonucunu biz görmeyeceğiz ama gelecek nesiller görecektir. Ben Abdurrahman Mustafa olarak, Suriye muhalefetinin durumunu bildiğim için Türkmenlerin bu denklemlerde iyi bir yerde olduğunu söyleyebilirim. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’ne de teşekkür ederiz. Fırat Kalkanı Harekâtı ile Türkmen varlığı yok olma aşamasına gelmişken, tekrar bir ruh buldu ve kendi küllerinden tekrar yeşerdi. Tabii bunları yalnızca bizlere mal etmemek lazım. Bizim birçok gizli kahramanımız bulunmaktadır. Sahada birçok gencimiz büyük mücadele verdi. Aynı zamanda üniversite ve diğer kulvarlardaki gençlik toplulukları ile Türkmen davası hâlâ yaşatılmaktadır. Kendilerini milli şuurla yetiştiren gençlerimizin kendi anayasal haklarımızı savunacak ve Suriye’deki önemli noktalarda yer bulacağına inanıyorum.
Ertuğrul SUCU:
Açıklamalarınızdan dolayı teşekkür ederim sayın başbakanım. Şöyle bir şey diyebiliriz o zaman: Genel mücadeleden, ulusal mücadeleye doğru da bir çaba göstermemiz gerekiyor. Çok zor günlerden daha da zor günlere gidiyor mücadelemiz. Mücadelenin ilk başladığı yıllarda bir Türkmen komutanımız ile konuşmamız olmuştu. Dedim ki: “Sayın komutanım, Irak’taki Kürtler bir arada, Araplar bir arada ama Türkmenler neden bu şekilde dağınık?” şeklinde bir soru yöneltmiştim. Şöyle bir cevap verdi: “Bizim de içimiz bundan yanıyor ama bunun da bir hikmeti vardır. Eskiden Selçuklular da öyle bir strateji izlemiş. Bugün Türkmenlerin yerleşim yerlerine baktığımızda bu coğrafyada Kürdistan’ın kurulmasına engel yapıda Türkmenler konuşlandırılmıştır.” Ben bu açıklamayı duyduğum zaman sevinmiştim. Sonrasında da yaptığım araştırmalarda da bunun doğru olduğunu gördüm. Türkmen bölgelerinin böyle çeşitli bölgelerde olması, kurulmak istenen Kürdistan’a büyük bir engeldir. Bu noktada sizin önderliğinizde, mücadelelerinden dolayı bütün Türkmen halkına teşekkür ediyoruz. Rabbim şehitlerimizin şehadetlerini kabul etsin inşallah.
Sayın başkanım müsaadeniz olursa katılımcı arkadaşların, misafirlerimizin size yönlendirmek istediği sorular var. Dilerseniz sorulara geçelim.
Ertuğrul SUCU:
İç savaştan önce Türkmenlerin siyasî birliği ve kimlik durumu nasıldı? İç savaş sonrasında hangi değişiklikler oldu?
Abdurrahman MUSTAFA:
Başta da detaya girmeden belirtiğim gibi Türkmenlerin Fransa mandasından sonraki durumunda bir değişiklik olmadı. Türkmenlerin sahip olduğu kimlikte “Suriyeli Arap” tanımlaması yapılmıştır. Uluslararası hukuk çerçevesinden bakıldığında Ankara Antlaşmasının adı geçmektedir. Ancak bu antlaşmada da bizim statümüzü belirten herhangi bir madde yok. Kısaca uluslararası hukuk alanında da bizim temsilcimiz ve kimliğimiz yoktu. Türkiye’nin de Suriye’deki tek söz sahibi olduğu bölge Türbe Bölgesiydi. Herhangi bir siyasî hakkımız da yoktu. Bizler kimliklerimizi daha çok aşiret yapıları ile sürdürdüğümüzü söyleyebiliriz. Şu anda da bazı gençlerimiz: “Hala aşiret yapısı ile mi devam edeceğiz?” diye soruyorlar. Biz de aşiretçiliğe karşıyız. Fakat bizleri bugüne getiren de bu aşiret yapısı olmuştur. Burada benim aşiretçiliği desteklediğim anlaşılmasın ama aşiretçiliğin de bizi bugünlere getirdiğini unutmamamız gerekiyor. Dolayısıyla devrimden önce herhangi bir siyasî statümüz yoktu. Devrimden sonra Amerikalısı da Türkmen diyor, BM temsilcileri de Türkmen demektedir. Suriye Muhalefeti içerisinde Suriye Türkmen Meclisi olarak, Suriye Muhalefet temsilciliği başkanlığı yapmış birisiyim. Bunların tümü bir kimliktir. Bugün Suriye geçici hükümet başbakanıyım. Seçimle geldim. Türkmen oylarının yanında; Kürtlerin oyuyla, Hristiyanların oyuyla, liberallerin oyuyla seçildim. Fakat bugün ben kendi davamı anlatabiliyorum. Bu bir kazanımdır. Demek ki artık Türkmen’in varlığı kabul edilmelidir. Buna Suriyelilerin de alışması lazım. Bizler bölücülüğe karşıyız. Suriye’nin toprak bütünlüğü için mücadele veriyoruz. Fakat Suriye’nin bölünmesi durumunda ikinci bir mücadele de veririz. Çünkü bugün Suriye bölünürse, bir kısım Türkmenler de orada kalmış olacak ve zulme uğrayacak ve acı çekecek. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Bizi asimile edenler, bizi yok sayanlara da “biz varız, Suriye’nin geleceğinde de varız, bugün de varız” diyoruz. Herkes kadar bizde Suriye için fedakârlık yapıyoruz. Bugün Suriye’de devlet isteyenlere, dedenin mezarını göster desen gösteremezler. Çünkü kökleri o topraklarda değil. Ama şaşırtıcı bir şekilde tarihi hakları olduklarını iddia ediyorlar. Oranın hakiki sahipleri neden bundan feragat etsin? Şimdi biz Türkmen kimliğimizden feragat ederek bir makama gelecek olursak, gelecekte var olamayız. Türkmen bakan da olabilir, kaymakam da olabilir. Bunu bütün ortaklarımızın da anlaması gerekiyor. Tabii bunun için siyasal bedel ödemek gerekecektir. Ancak bunlar geçici ödemelerdir. Bu durumdan stratejik olarak kazanımlarımız olacaktır. Soruya cevap olarak: Kimliğimiz ve Türkmen varlığımız her yerdedir. Biz bunu Riyad 1. Konferansında, müzakere heyetinde de belgelendirdik ve Türkmenleri Suriye’deki diğer topluluklarla beraber gelecek olan yeni anayasada eşit statüde temsil hakkına kavuşturduk.
Ertuğrul SUCU:
Sayın başbakanım, Suriye Türkmenlerinin, Suriye’nin toprak bütünlüğü fikrine rağmen, Esad rejimi tarafından ayrılıkçı Kürtler kadar karşılık bulmamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Abdurrahman MUSTAFA:
Bu durum Suriye’nin genel politikası ile ilgilidir. Kürtler bizim kardeşimizdir. Biz Suriye’de Türkmenler için istediğimiz hakları Kürtler, Çerkezler ve Asuriler için de istiyoruz. Ancak bundan daha öteye giden Kürtlere karşıyız. Bugün PYD bir terör örgütüdür. Biz de hatalar yapabiliriz. Muhalefette hatalar yapabilir. Nitekim birçok hata da yaptı. Ancak PYD bir taşeron örgüttür. PYD, PKK, DAEŞ bunlar hep terör örgütüdür. Bu örgütlerin hiçbiri Suriye kaynaklı projeler değildir. Hepsinin yöneticileri yabancıdır, Suriyeli değildir. Bugün DAEŞ ile PYD’nin bir farkı yoktur. Dolayısıyla biz bu duruma Suriyeliler olarak da karşıyız, Türkmenler olarak da karşıyız.
ERTUĞRUL SUCU:
Türkiye’de bulunan Arap ve Türkmenlerin varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? İlerleyen dönemde güvenli bölgenin düzenlendiği, sistemin oturduğu dönemlerde dönmelerine yönelik bir girişim ve çalışmanız var mıdır? Topraklarına dönmeleri güvenli bölge açısından olumlu veya olumsuz nasıl bir fayda sağlayacaktır?
Abdurrahman MUSTAFA:
Mülteciler meselesi biliyorsunuz ki Türkiye’de zaman zaman gündeme geliyor. Kimi zaman haklı eleştiriler oluyor, kimi zaman da iç siyaset malzemesine dönüştürülüyor. Bugün Suriye’de bir şekillenme gerçekleşiyor. Suriye’de demografik yapının değişimi, sadece Türkmenler açısından bahsetmiyorum. Suriye’nin genelindeki insanların Türkiye sınırına sürülmesi bir projenin ürünüdür. Bugün Suriye’nin kuzeyinde kurtarılmış bölgeler (İdlib ve Halep kırsalı, Barış Pınarı bölgesi) aslında küçük birer Suriye oldu. Bu bölgelerde Suriye’nin her yerinden insanlar vardır. Bizler Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz ama bugün sahaya baktığınız zaman Suriye’nin8 toprak bütünlüğünün de savunulacak bir şeyi kalmamıştır. Fiilî olarak adı konulmamış bir bölünme vardır. Bugün Suriye Geçici Hükümetinin yönettiği bölgelerde (Barış Pınarı, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Harekât bölgesi) bizim bir sistemimiz vardır. Şu an milli orduya geçiyoruz. Türk Lirası kullanımını teşvik ediyoruz. Yerel yönetimleri hak ettiği bir yönetime çeviriyoruz, sınır kapılarını yönetiyoruz. Bunlara bakarsanız bunlar egemenlik alametleridir. Bugün Fırat’ın doğusunda Amerikalıların dayatması ve desteğiyle Suriye’nin petrol, tarım vb. zenginlikleri PYD’nin olduğu bölgede kalmıştır. Mesela Deyrizor, Rakka buralarda Kürt nüfusu yoktu. Ancak zorunlu göçlerle birlikte bu bölgelerde Kürt nüfusu hızla arttı. O bölgelerin kontrolü ise PYD’nin elindedir. PYD orada okul müfredatlarını değiştirdi, gençlere zorunlu askerlik şartı getirdi, Öcalan’ın ideolojisinin okullarda müfredata soktu. Amerikalılarla petrol antlaşmalarının imzaladı. Bunlar ancak devletler arasında olabilecek şeylerdir. Bugün orada yapılanlara bir meşruiyet verme çabası var. Bu durum bizim çıkarlarımızla ters düşüyor. Bir Humus Türkmeni gidip kendi köyünde yaşamak istiyor. Esad rejimi olmadan, anayasal haklarına kavuşmuş olarak. Onlar kendi topraklarında yaşamak istiyor. Kurtarılmış bölgelerde değil. 600-700 yıldır yaşadığı topraklara gitmek istiyor. Biz bu noktada Suriye’de tüm bileşenlerin haklarının korunduğu, Türkmenlerin de asli unsurlar arasında sayıldığı demokratik bir rejim kurulmasını istiyoruz. Peki bu mümkün müdür? Bence değil. Hem sahayı bilen hem de uluslararası toplumu yakından takip eden birisi olarak söylüyorum, mümkün değildir. Çünkü şu an Suriye’de adı konulmamış bir bölünme gerçekleşmiştir. Bu durum bizim savunduğumuz bir şey değildir. Ancak durum ortadadır. Çok zayıf bir merkezi hükümetle, federatif bir yapı kurularak Suriye’nin toprak bütünlüğü ancak geçici olarak sağlanabilir. Burada Türkmenlerin her koşula hazırlıklı olması gerekmektedir. Türkmenler cephede savaşırken, tüm düşmanlar buna rejim ve Rusya da dahil olmak üzere, sivilleri hedef almaktadır. Bu da cephede yaşanılan savaşta psikolojik bir baskı yaratmaktadır. Biz birçok bölgeyi bu sebepten kaybettik. Bu nedenle de kurtarılmış bölgelere bir yönelme gerçekleşti. Tarihin her devrinde bu böyledir. Türk’ün elinin yetiştiği yerlere bir huzur gelmiştir, eşitlik gelmiştir, adalet gelmiştir. Bizim bunu kurtarılmış bölgelerde devam ettirmemiz gerekiyor. Bu bölgelerde adaleti ve güvenliği sağlamamız gerekiyor. Bu bölgede istikrarı ve huzuru getirirsek hem Türkmen’i hem Arap’ı bu bölgelere geri dönecektir. Ancak bu bölgelerde öncelikli olarak güvenliğin sağlanması gerekmektedir. Yatırımcıların ve insanları gelebilmesi için öncelikle can ve mal güvenliği ardından hukuki güvenlik sağlanmalı. Bunun için de geçici bir süreliğine de olsa bence Türkiye’nin sınırlarını 40 kilometre ileriye taşıması gerekmektedir. Türkiye’nin Misak-ı Millî sınırlarına dönmesi ile ancak o zaman o bölgeleri kalkındırabilirsiniz. Bugün girişte ve çıkışta bir sürü problem yaşanıyor. Orada iş bulsa buraya dönemiyor. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin adımlar atması gerekiyor. Bizler bu konularda tabii ki raporlar veriyoruz. Ben hem Suriye muhalefetini düşünüyorum hem de Türkiye’yi düşünüyorum. İki tarafın da faydası için çalışıyoruz. Türklerin yüzyıllardır elinin değdiği yerlerde olduğu gibi herkese örnek olacak bir yönetim sağlamamız gerekiyor. Ancak bu şekilde Türkiye’nin nüfuz bölgelerinde huzurun ve refahın olduğunu herkese kabul ettirelim. Bizler bu koşulları sağlarsak Türkiye’deki sığınmacıların büyük bölümü geri dönecektir. Benim buna inancım tamdır. Suriye’de henüz her şey tükenmiş değil, haritalar her zaman değişebilir.
Ertuğrul SUCU:
Soçi Mutabakatı ve Astana Görüşmeleri sonrası meydana gelen gelişmeler nelerdir? Suriye Türkmenlerinin mücadelesini nasıl etkilemiştir?
Abdurrahman MUSTAFA:
Soçi görüşmeleri Suriye’deki etnik kimliklerle ilgili değildir. Tıkanan Cenevre görüşmeleri sürecinde ortaya çıkmıştır. Ülkelerin de her konuda anlaştığını söylemek mümkün değil. Sonuç olarak Cenevre görüşmelerindeki anayasa komisyonunun temelleri atılmıştır. Siyasî süreçteki tıkanıklığı gidermek için Suriye sorununda sahada olan ülkelerin bir araya gelmesiyle gerçekleşmiştir. Astana sürecinde ise askerî konular üzerinde durulmuştur. Türkiye burada garantör ülkedir. Bugün kurtarılmış bölgelerden bahsediyorsak ve bölgede yaklaşık 6 milyon insan yaşıyorsa, bunun temeli Astana görüşmeleridir. Bu aynı zamanda Türkiye’ye yeni bir göç dalgasına da engel olmuştur. Halep cephesinin de düşmesiyle birlikte Rusya’nın ve ABD’nin garantör olarak bulunduğu her yerde kayıplar verilmiş. Yalnızca Türkiye’nin garantör olduğu bölgeler güvenli kalabilmiştir.
Ertuğrul SUCU:
Suriye Türkmenleri için tarihi ve kültürel açıdan büyük bir öneme sahip olan Türk yurdu Halep, 2016 yılında Rejim güçlerinin eline geçmiştir. Türk yurdu Halep’in rejim güçlerinden geri alınması için bir çalışmanız var mıdır?
Abdurrahman MUSTAFA:
Millî Ordu her cephede Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte mücadele verdiği gibi bu konuda da ortak bir karar alınırsa Millî Ordu hazırdır. Bunun da öncülüğünü Türkmen birlikleri yapacaktır. Suriye meselesine duygusal yaklaşmamak gerekiyor. Daha analitik düşünmeyi gerektiren bir ortam var. Şu an Türkiye’nin karşısında süper güçler dediğimiz ABD, Rusya ve İran var. Körfez ülkelerinden gelen ekonomik desteklerden bahsetmiyorum bile. Aynı zamanda İsrail, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler maddi ve manevi olarak desteklemektedir. Sadece bu desteklerini dünya kamuoyunun gözüne sokmuyorlar o kadar. Fırat Kalkanı olmasaydı, Türkiye bu masanın neresinde olacaktı. Türkiye önceleri rol biçilen bir ülke konumundaydı. Ancak bu harekâtlar ile birlikte rol biçen bir ülke konumuna gelmiştir. Artık Suriye’de Türkiye’nin olmadığı bir çözüm mümkün değildir. Sahada fiilî olarak bulunan askerlerini, silahlı güçlerini bulunduran ülkeler Rusya, ABD, İran ve Türkiye’dir. Böylesi bir ortamda Halep’in durumunu tek başınıza belirlemeniz de pek mümkün değil. Türkiye ile birlikte her duruma yönelik planlamalarımızı yapmak durumundayız. Burada bahsettiğim tabii ki benim temennilerimdir. Elimizde şu anda bu konuda bir veri bulunmamaktadır. Bir Türkmen olarak gönlümüzden geçenleri söylüyoruz. Fırat Kalkanında ve Barış Pınarı Operasyonunda olduğu gibi Suriye Millî Ordusu olarak, öncü kuvvet görevi üstlenerek gittiğimiz gibi, yarın da Türkiye’nin yanında mücadele etmeye devam edeceğiz.
Ertuğrul SUCU:
Stratejik öneme sahip Bayır-Bucak bölgesinin işgali gündem maddeleriniz arasında var mıdır?
Abdurrahman MUSTAFA:
Biz maalesef Bayır-Bucak’a sahip olamadık. O dönemde çok büyük mücadele verildi. Uçak düşürülme olayı ve ardından uluslararası toplumun ihaneti ve Türkiye’nin iç meselelerinin de etkisiyle orayı kaybettik. Bayır–Bucak, Türkiye açısından oldukça önemlidir. Hatay’ın güney uzantısı olan bir bölgedir. Dolayısıyla Türkmenlerin orada olması, Hatay’ın da güvenliği açısından oldukça önemlidir. Ancak şu an askerî açıdan bu bölgeye yönelik bir girişim çok zor. Çünkü bu bölge rejim kuvvetlerinin elinde ve Türkiye’nin rejim ile doğrudan bir diyaloğu bulunmuyor. Dolayısıyla bu bölgelere erişim konusu oldukça karışık süreçler içermektedir. Bu bölgelerde askerî bir girişim ile de kurtarılması oldukça zor. Bunun temel nedeni uluslararası toplumun desteğinin olmamasıdır. Bu bölgede Rusya ağır bombardıman uygulamaktadır. Sonuç itibari ile sizlere mermiyi kim veriyorsa, tetik de onun elindedir. Uluslararası toplumun desteğini çekmesi ve Rusya’nın saldırılarına karşı kayıtsız kalışı, oradaki direnişi oldukça zorlaştırmaktadır. Biliyorsunuz ki muhalefet, Cumhurbaşkanlığı sarayının 10 kilometre sınırına kadar gelmişti. Ancak uluslararası toplumun tutumu dolayısıyla, muhalefetin elinde bulunan birçok bölge de bu sebepten kaybedilmiştir.
Rusya ile mücadelede yeterli mühimmatın olmayışı önemli bir etkendir. Uçak ve füzeler ile saldıran bir ülkeden bahsediyoruz. Rusya’nın, Esad rejimi korumak adına yaptığı saldırılar, aynı zamanda önemli petrol kuyularını da ele geçiren PYD’ye bir gözdağı niteliğindedir.
Ertuğrul SUCU:
Sayın Başbakanım, Amerika’da yaşanan başkanlık değişimiyle ilgili Joe Biden’ın Suriye politikaları muhalifler için ne ifade etmektedir?
Abdurrahman MUSTAFA:
Henüz Suriye politikasını bilmiyoruz. Biz de gelecek açıklamayı bekliyoruz. Göreve McGurk’u getirdi. Biliyorsunuz bu adam Suriye’de PYD’yi var eden adamdır. Bazı değişiklikler oldu. Amerika’nın Suriye politikasını açıklamasını Ruslar da bekliyor, diğer devletler de bekliyor. Ancak bize verdikleri yanıt ile çok fazla bir politika değişikliği olmayacağını belirtiyorlar. Biz, Suriye halkını destekleyeceğiz diyorlar. Ama maalesef buna PYD’yi de dahil ediyorlar.
Ertuğrul SUCU:
Sayın Başbakanım, güvenli bölge için büyük tehdit arz eden ve Afrinli Kürt ailelerin insani haklarını ihlal ederek, tecrit halinde tutuldukları Tel Rıfat bölgesine, Suriye Geçici Hükümeti olarak nasıl bakıyorsunuz? Herhangi bir operasyon beklentiniz var mıdır?
Abdurrahman MUSTAFA:
Biliyorsunuz Tel Rıfat’ta her gün karşılıklı top atışları oluyor. İki gün önce Tel Rıfat bölgesinden ateşlenen bir top atışı Kilis’te boş araziye düşmüştü. Türkiye de gereken cevabı veriyor. Bizim de Millî Ordu olarak orada Amera Bölgesinde ve El-bab’ın doğusunda sürekli çatışmalarımız oluyor. 2017- 2018’den beri Tel Rıfat ve Münbiç bölgelerinde Amerika ile bir anlaşma yapılmıştı. Biden o zaman başkan yardımcısıydı. O dönemde PYD bu bölgeden çekilecekti. Buna karşılık Muhalefetin de olmadığı bir ortamda, Münbiç halkı kendisi yönetecekti. Ama maalesef Amerika bu noktada çok fazla karar değiştiren bir yapıya sahip. Ruslar öyle değil mesela. Ruslar en başından beri rejimin yanında yer alıyor ve ona göre hareket ediyor. Amerikalılar bölgede çok fazla zikzak çizerek hareket ediyorlar. Verdikleri sözlerin arkasında durmuyorlar. Tel Rıfat ve Münbiç anlaşmaları bu yüzden hayata geçirilemedi. Barış Pınarı Harekâtı yapılırken de Amerika’nın devreden çıkması ve yerine Rusların girmesi sonucu Harekât tamamlanamadı, eksik kaldı. Bu işler zor işler, öyle kolay olmuyor.
Ertuğrul SUCU:
Barış Pınarı Harekât bölgesi ile ilgili sorularımız olacak sayın başbakanım, ondan önce şu soruyu dile getirmek istiyorum: Joe Biden’ın, Türk askerî idaresindeki İdlib’i, cihatçı örgütlerin üst bölgesi olmasını bahane ederek bir operasyona işaret etti. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Abdurrahman MUSTAFA:
Yalan söylüyorlar. Bu örgütleri zaten Amerika destekliyor. Birkaç tane terör örgütü ve milis güç haricinde, geri kalan bütün terör örgütlerini ABD açıkça desteklemektedir. Bu Fırat’ın doğusunda da böyle, Nusra cephesinde de böyledir. Gazeteci gönderiyorlar, yardım kuruluşları adı altında ajan gönderiyorlar, kılık değiştirerek daha liberal bir görüntü verdirmeye çalışıyorlar. Bu noktada Nusra, Suriye muhalefetinin bölgelerinde çok kötü rollerde oynamıştır. Biliyorsunuz İdlib de geçici hükümetin kontrolündeydi. Bizim oradaki tüm kurumlarımıza el koydu. Biz de orayı terk etmek zorunda kaldık. Yaklaşık iki senedir de orada “İnkaz Hükümeti” adında bir yönetim var. Dolayısıyla ben bu bölgeye bir operasyon beklemiyorum. Fakat Nusra’da ve HTŞ’de bir değişim göze çarpıyor. Daha ılımlı, kendi içindeki radikalleri tasfiye ettiği bir sürece giriyor. Belki de Nusra’nın uluslararası toplum ile ilişkileri geçici hükümetten daha da gelişmiştir. Nusra, Türkiye’nin ve birçok ülkenin terör örgütü listesinde yer almaktadır. Şu anda o bölgede 2 milyonu yerli, 2 milyonu da sonradan gelenlerden olmak üzere 4 milyon sivil bulunmaktadır. Bu insanların temel ihtiyaçlarının da karşılanması gerekmektedir. Orada bulunan bizim kurumlarımız bize bağlı, ancak sonuç itibari ile bir terör örgütünün yönetim bölgesinde kalmaktadır. Uluslararası toplumdan gelen insani yardımları da biz bu bölgedeki insanlara tüm zorluklara rağmen ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu bölgedeki ilişkiler gerçekten çok karışık durumdadır. Bizlerin siyasî olarak, terör örgütleri ile hiçbir diyaloğumuz bulunmamasına rağmen, onların da hâkim olduğu bölgelerdeki sivillere insani yardımları ulaştırmaya çalışıyoruz. Örneğin COVİD-19 salgını dolayısıyla Dünya Sağlık Örgütü, insani yardımlarını geçici hükümet eliyle gerçekleştiriyor. Bizler bu yardımları kontrolümüz dışında kalan sivillere de ulaştırıyoruz. Sonuçta onlar da Suriyeli sivilleri oluşturmaktadır. Bizim elimizle gerçekleşen insani yardımlardan, Nusra kontrolündeki sivillerin de yararlanıyor olması, örgütün bizim oradaki müdürlüklerimize göz yummasına neden oluyor. Şimdi Amerikalılar aynı şeyi bizden PYD için de istiyorlar. Her görüşmemizde Esad kontrolü dışındaki tüm bölgelerin birleşerek tek yönetim olması gerektiği fikrini dayatıyorlar. Uluslararası toplum aktörlerinin Suriye’de farklı politikalar izlemesi dolayısıyla da sürekli olarak bir kan kaybı yaşıyoruz. Örneğin; Körfez ülkeleri arasındaki gerilimler yalnızca iki ülke arasında kalmıyor. Aynı zamanda Suriye dosyasına da etki ediyor. Bizler de Suriye Türkmen kurumları olarak bu olaylardan etkileniyoruz. Çünkü bizler de buranın bir parçasıyız. Türkiye’nin de öncelikleri değişebiliyor. Bu gayet doğaldır. Olaylara bir Suriye Türkmen özelinden bakmak lazım, bir de büyük çerçeveden bakmak lazım. Bugün Suriye’de varsınız, Azerbaycan’da varsınız, Akdeniz’e varsınız, Libya’da varsınız. Dolayısıyla devletlerin de öncelikleri doğal olarak etkileniyor.
Ertuğrul SUCU:
Barış Pınarı Harekât bölgesinde yaşayan insanlara uluslararası toplumdan destek ve insani yardım durumu söz konusu mudur? TSK tarafından terör örgütlerinden temizlenen bu bölgedeki insanların psikolojik ve sosyolojik durumu nedir?
Abdurrahman MUSTAFA:
Bu bölgedeki insanlar hepsi çok derin yaralar aldı. Bu insanlar süreç içerisinde birkaç örgütün hakimiyeti altına girdikleri için psikolojik olarak çöküş içerisindeler. İlk olarak DAEŞ ideolojisi dayatıldı. Daha sonraki süreçte PYD eliyle Öcalan ideolojisi dayatıldı. Aynı zamanda uluslararası toplumun da bu bölgelerden desteğini çekmesi insanları çok zor durumda bırakmıştır. Bugün Barış Pınarı ve Zeytin Dalı Harekât bölgeleri uluslararası toplumun desteğinden tamamen yoksun bırakılmıştır. Bu bölgelerde Geçici Hükümetin projeleri kapsamında: Katar, Kuveyt ve BAE gibi toplam 11 ülkeden oluşan Uluslararası Kalkınma Fonu aracılığıyla yatırımlar yapılmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz aylarda bu bölgelere yapılacak projeler için Katar Dışişleri bakanı ile görüşme gerçekleştirdik. Hatta ortak projelerden olan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgeleri için su projeleri de şu an durdurulmuş durumdadır. Türkiye’nin nüfuz bölgesi olarak görülen bu alanlara kesinlikle bir destek verilmemektedir.
Ertuğrul SUCU:
PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD ve YPG’nin, Barış Pınarı Harekâtı sonrası durumları nedir? Daha fazla çekilme yolunu mu tercih edecekler, yoksa daha da saldırganlaşacak mıdır?
Abdurrahman MUSTAFA:
Biz 10 senedir mücadele içerisindeyiz. Suriye Millî Ordusu olarak her türlü devlet ve terör örgütüne karşı mücadele ettik. Bize her ay Uluslararası BM Araştırma Komisyonundan insan hakları ihlalleri yapıldığına dair raporlar geliyor. Bu durum bize PKK terör örgütünün Avrupa, ABD ve BM ülkelerindeki karar mekanizmalarını ne derece etkilediğini göstermektedir. Bizler de bu gelen yazılara Hükümet olarak kurumsal kimliğimizle cevap veriyoruz. Bunların PKK terör örgütünün kara propagandası olduğunu da belirtiyoruz. Bizim kurumsal olarak askerî yargımız ve askerî polisimiz vardır. Mevcut gelen şikayetleri değerlendiriyor ve suçlu var ise bu kişileri mahkeme karşısına çıkartıyor. Bizler, PKK gibi terörist değiliz. Kurumsal hareket ediyoruz. Türkmen gençleri, PKK/PYD karşısında inanılmaz bir istek ile savaşmaktadır. Bugün PYD’nin gücü Amerika’nın onları ne kadar desteklediği ile orantılıdır. Bizim Suriye’de zorlandığımız nokta DAEŞ ile mücadeleydi. DAEŞ ile girilen çatışmalarda ağır kayıplar veriyorduk. Ancak PYD ile olan çatışmalar da öyle değil. PYD ile olan çatışmalarda en az hasarla üstesinden geliyoruz. PYD’nin elinde bolca silah olmasına rağmen, bizim karşımızda dayanamıyorlardı. DAEŞ yöntemlerini kullanarak her yere mayınlar ve tünel düzenekleri kurulmasına rağmen, PYD karşısında önemli zaferler kazanmaktayız.
Ertuğrul SUCU:
Suriye Türkmen Meclisi’nin son durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Abdurrahman MUSTAFA:
Geçici Hükümet Başkanı olarak cevap vermem gerekirse, şu anda kurumsal olarak Suriye Türkmen Meclisi bizim için çok önemlidir. Bugün bir yerlere geldiysek onun sayesindedir. Ben hâlâ başbakanım. Ancak Suriye Türkmen Meclisi temsilci olarak başbakanlık yapmaktayım. Şu anda meclis faaliyetleri dondurulmuştur. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Başlarda da belirttiğim gibi elde ettiğimiz kazanımları çok kolay bir şekilde kaybediyoruz. İleriye götürmeyi bırakalım, muhafaza etmekte bile zorlanıyoruz. Maalesef bugün Suriye Türkmen Meclisi’nin durumu her Türk’ü üzmektedir. Sorunlar zamanla birikerek işi bu boyuta getirmiştir. Bizlerin siyasî bir tecrübesi yoktu ve kurumsal yapımız henüz oturmamıştı. Maalesef bizler bu meclise karşı yeterli derecede özenli davranamadık. Türkmen Meclisi şu an sıkıntılı bir süreçten geçmektedir. Ancak neye mâl olursa olsun, bu meclisin tekrar canlandırılması gerekmektedir. Kurulduğu dönem ile şu an arasında önemli kazanımlar olmuştur. Ancak içerde kendi aramızda mücadeleler yaşanması meclise zarar vermektedir. Umarım en kısa sürede bu meclisi, Türk kurumlarının da desteğiyle birlikte tekrar ayağa kaldıracağız.